Bir bakmışsın bir arkadaşın düşmüş, yürüyemiyor. İşte o hal sana güç oluyor, o düşüş dizlerine derman oluyor. Kendinden, acından geçer; takatsizliğini unutur gidip onu sırtlarsın ya da omuz verir yürür, yürütürsün. Ona koltuk değneği olursun bir bakıma. Veya o takatsiz kalma halinde bir yoldaşın sana sıcak bir söz söyler, bırakalım sözü hafif bir gülümser, evet sadece hafif bir tebessüm eder ve sen canlanırsın, atlas gibi tutup dünyayı omuzlarsın. Ya da mumdan yapılmış bir tekneyle ateş …
Parçalanmışlığını, uluslaşma sancılarını, tutsaklık çelişkilerini, yaşam gayretlerini ve alışkanlıklarını temsil ederler. Destanları nesiller boyunca dilden dile anlatılır, seslendirilir. Kurdistan’ın, Kürt olmanın yazgısı bu destanlarla yeniden üretilir, paylaşılır ve günümüze kadar ulaşırlar.
Destandaki Kürt ethosunu, yani etiğini, ahlakını, ruhsallığını, değer ve özgürlük geleneğini en iyi sanat ve edebiyat görünür kılabilirdi. Kendi tarihini etik, estetik, politik dokunuşlarda bulunarak güncelle buluşturmanın olmazsa olmazıydı bu. Ne kadar anlaşıldı acaba?
Destan, insan var oldukça devam edecek edebi türlerin başında gelmektedir. İçinde bulunduğumuz uzay çağına atfedilen bitimler, tarihi çizgisel bir ilerleme ile okuma ısrarından vazgeçememiş edebi kuramlar destanı miadını doldurmuş bir tür olarak lanse etmekte, bilim-kurguyu insan zihnine sıçrama adı altında tek seçenek olarak dayatmaktadır. Oysa ki aynı rüyayı hala görüyor olmamız, üzerimizdeki etkisinin hala aynı olması bu kuramların mahkumiyetinin kanıtıdır.