Kürt düğünlerini “denetim altında yaptırmak” isteyen, Kürt dilini karikatür tiplerle doldurduğu televizyon kanalı dışında konuşturmamak için her şeyi yapan, Kürt kadınların mücadelesine ve kadın kazanımlarına saldıran, “Jin, jiyan, azadî” söylemini kriminalize eden, sonra da alanlarda “Türk, Kürt, Arap, Zaza, Laz, Çerkez, Sünni, Alevi, hepimiz bu topraklar üzerinde biriz, beraberiz, kardeşiz" diye yalanlar söyleyen bu ulus devlet aklının her koldan bir planı var.
İktidara içkin bir konumlanma biçimi olarak lütuf kültürü, bu toprakların en eski sosyal eğilimlerinden biridir. Denklik ilişkisini reddeden, kendisinden bir alt basamakta saydıklarının o statüde kalmasına ihtiyaç duyan, (varsa) kendisinden yukarda addettiğinin kısmi lütfuna açık bir denge halinde hayatı sürdürme biçimidir. Modern toplumda da devam eden bu eğilim, sosyalizm gibi dünyaya yeniden ve köklü bir biçimde yön verme çabasının içinde bulunanlarda dahi devam etmektedir.
Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin kuruluşu sürecinde Kürtlerin önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Ne ki cumhuriyetin inşası Kürtler ile demokratik İslami çevrelerin adım adım yok sayılması ya da baskı altına alınmasıyla gerçekleşir. Böylece dışlanan bir halkın makus tarihi başlamış olur. Mevcut siyaset tarzının yazın-edebiyat alanına yansımaması düşünülemez.
Ben bu yazıda bu eylemin TBMM'nin siyasi bilinçdışının belirli bir özelliğini ifşa ettiğini öne süreceğim. Walter Benjamin'e referansla, meclis binasının ve T.C. siyasi kültürünün bizzat kültürel ve politik "harabeler" üzerine inşa edildiğini ve varlığını sürdürmek için bu harabelerden sızan sesleri duymazdan gelmek zorunda olduğunu iddia edeceğim.