Baas Partisi, ‘Suriye’nin sadece Araplara ait olduğu’ politikasını yürüterek yıllarca Kürt ve Arap halkları arasındaki bağı koparmaya çalıştı. Ancak 2012’de rejim güçlerinin Cizre Bölgesi’nde halkı korumamasına karşın Kürt gençlerinin çetelere karşı direnmesiyle, tarih sil baştan yazıldı. 3’üncü Yol etrafında birleşen halklar artık Kuzey-Doğu Suriye’de gerçek bir ortaklığı paylaşıyor.
Suriye’de Kürtler ve Araplar arasındaki ilişkinin kökenleri, Mezopotamya bölgesinde binlerce yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Kürtler ve Arapların, bu bölgede ortak tehlikeler veya tehditler karşısında birbirilerine destek verdiklerini ortaya koyan birçok tarihi olay bulunmaktadır.
Bu tarihi dönüm noktalarından bahsederken, Selahaddin Eyyubi'nin yanı sıra Suriyelilerin hafızasında yer edinen devrimci Yusuf el Azme ve Baas Partisi iktidarından önce Suriye'yi yöneten birçok ismin Kürt olduğunu unutmamak gerekir. 1923 yılında Tarbah Sabieh (Qubur al-Bid) kırsalında meydana gelen Bayandur Savaşı'nda en büyük Arap aşiretlerinden olan Tay aşiretinin kolu olan Jawala ile ‘Aşitîn’ olarak bilinen Kürt aşiretleri arasında yapılan ittifak, iki halk arasındaki birliği yansıtan olaylardan biri. O dönem aşiretler, Fransız subay Rogan’ın bölgedeki Kürt nüfusu üzerinde yürüttüğü politikaya karşı ayaklanmış ve tek bir komuta altında birleşmişlerdir.
Bu gelişme iki halk arasındaki sosyal ilişkilerin artmasıyla daha da güçlendi ve bu da ‘xal-xwarzî’ adı verilen derin bağı ortaya çıkardı. Öyle ki bu tanım, birliğin gücünü ve özgünlüğünü belirtmek için Araplar-Kürtler arasındaki bağın temsiline geldi.
Kırılmaları doğuran milliyetçilik
Halklar birlik içinde yaşarken, Baas Partisi’nin 1963 yılında iktidara gelmesiyle birliğin yerini çatışma ve gerilim aldı. Baas Partisi, topluma Arap kimliğini dayattı, başta Kürtler olmak üzere diğer halkları okullardan, üniversitelerden ve devlet kurumlarından dışladı, dahası Kürtçenin konuşulmasını engelledi. Sadece bununla da yetinmeyerek tam bir milliyetçilik politikası yürüttü, Suriye devletinin sadece Araplara ait olduğunu iddia etti.
Arap milliyetçi politikası çerçevesinde iki halkın birlikte yaşadığı tüm bölgelerde, yerel otoritelerden tutalım muhtarlıklara kadar yönetim veya karar mekanizmalarını Araplara verdi. Emirlerine karşı gelen, Kürtler ve diğer halklarla dostane ilişkiler yürütmek isteyen güçlü Arap aşiret liderlerini ortadan kaldırmak için ayrı bir politika yürüttü; aşiret liderlerinin yanına istihbaratla çalışan elemanlar yerleştirdi. Öte yandan Kürtleri köylerinden çıkarttı ve topraklarına "Ghamr" aşiretleri olarak adlandırdığı Arap sakinlerini yerleştirdi.
Dönüm noktası: Qamişlo Serhildanı
2004’te Qamişlo’da futbol bir maçında patlak veren ve 52 kişinin katledilmesiyle sonuçlanan ‘Qamişlo Serhildanı’, rejimin kirli planlarını doruk noktasına çıkardı. İstihbarat elemanları ve bazı Arap ileri gelenlerinin eliyle, Arapları Kürtlere karşı kışkırttı. Araplara, ‘Eğer Kürtler haklarını elde ederse hepinizi topraklarından çıkaracak’ diyordu.
Bu olay, Araplar ve Kürtler arasındaki ilişkinin doğasını etkili biçimde zedeledi. Başka bir deyişle iki taraf arasındaki güveni sarstı ve karşılıklı korkular artmaya başladı. Halklar arasına nifak tohumu ekmeye devam eden rejim özellikle Newroz gibi Kürtler için önemli günlerde Arapları yine kullanarak Kürtleri bastırmaya çalıştı.
Kürt halkı, Abdullah Öcalan’ın Demokratik Ulus Paradigması ve halkların kardeşliği felsefesi etrafında çoktan örgütlenmişti. Büyük bir mücadeleye dönüştüreceği bu örgütlülükte Arapları, Süryanileri ve Ermenileri de unutmamıştı. Çünkü Öcalan’ın ortaya koyduğu perspektif, Arap ve Kürtler arasındaki güven köprüsünü bir daha kurdu.
Rejim kaçtı, Kürt gençleri korudu
Arap Baharı veya Demokratik Ulus Paradigması çerçevesinde yeniden tanımladığımız ‘Halkların Baharı’nın patlak vermesiyle rejim ve Türk devleti halklar arasındaki köprüyü dinamitle patlamak için tehlikeli yöntemlere başvurdu. Suriye krizinin ilk aylarında yaşanan ve tanık olduğum en önemli olaylardan biri; Rejime bağlı silahlı grupların kaosun yayıldığı Cizre Bölgesi ve Qamişlo kırsalı da dahil olmak üzere Suriye bölgelerini korumak yerine, terk etmesiydi. Buna karşın Kürt gençleri ise bölgelerinde halk savunma komiteleri kurmaya başladı. Bu bölgelerden biri de Tarbah Sabiyeh (Beyaz Türbe) bölgesiydi. Şam hükümeti bölgede sadece güvenlik müfrezeleri bulunduruyordu. Kürt gençleri, sokakların güvenliğini sağlayıp, kurumları korumaya çalıştığında rejim bir kez daha 2004’te yürüttüğü kanlı politikalara başvurdu. Güvenlik birimleri, Kürtlerin Arapları yerinden edeceğini öne sürerek Arapları harekete geçirdi ve böylece onlarca Arap aşiret üyesi şehre geldi.
Öte yandan, Türkiye ise MİT ajanları aracılığıyla bölgeye sızmaya çalıştı. O günler büyük bir iç savaş çıkma riski vardı ancak her iki halktan önemli şahsiyetler aklıselim davranarak durumu sakinleştirdi. Hiç boş durmayan Baas rejimi, 2012’de Tirbesiyê ilçesinde yaşayan Tay aşireti lideri Şeyh Mihemed Faris’ın aracını kurşunlayarak suçu Kürtlere attı. Elbette amacı ortadaydı; halkları birbirine kırdırarak iktidarını sağlamlaştırmak.
Tarih sil baştan yazıldı
Suriye’de süreç bu şekilde ilerken, krizin rejim bölgelerinde çatışmalara dönüşmesi ve DAİŞ’in Irak’ın ardından buraya saldırmasıyla tarih adeta sil baştan yazıldı. Kürt halkı, Abdullah Öcalan’ın Demokratik Ulus Paradigması ve halkların kardeşliği felsefesi etrafında çoktan örgütlenmişti. Büyük bir mücadeleye dönüştüreceği bu örgütlülükte Arapları, Süryanileri ve Ermenileri de unutmamıştı. Çünkü Öcalan’ın ortaya koyduğu perspektif, Arap ve Kürtler arasındaki güven köprüsünü bir daha kurdu. Tarih 2014’ü gösterdiğinde Türkiye’den doğrudan destek alan DAİŞ, Kobanî’ye saldırmış Halk Savunma Birlikleri (YPG) ve Kadın Savunma Birlikleri (YPJ) etrafında birleşen halklar topraklarını korumuştu. On bini aşkın kişinin şehit düştüğü savaşta Arap savaşçılar da Kürt gençleriyle aynı mevzilerde omuz omuza savaştı. Ve artık 3’üncü Yol etrafında yeni bir yaşamı kurmanın zamanı gelmişti.
2016’da Demokratik Birlik Partisi (PYD) öncülüğünde Özerk Yönetim ilan edildi, eşbaşkanlardan biri Kürt biri de Arap olarak belirlendi. Savaşın ardından halkların kardeşliği ilkesi çerçevesinde oluşturulan kurumlarda eşbaşkanlık modelinin yanı sıra tüm halkların söz hakkının olduğu politika esas alındı. Bu gelişmeler bir arada yaşamanın gerçek bir ortaklığa doğru şekillenmesine katkı sundu.
Siyasi açıdan bakıldığında Özerk Yönetim, Arap da dahil olmak üzere tüm halkların siyasi parti ve güç oluşturmasına izin vermiştir. Örneğin, Özerk Yönetim'in siyasi çatısı olan Demokratik Suriye Meclisi’ne (MSD) baktığımızda Arapların meclis içinde eşbaşkanlık, yürütme, genel ve alt komitelerde etkili bir güce sahip olduğunu görüyoruz.
Birlik, hegemonyanın planlarını bozuyor
Kuzey-Doğu Suriye'de elde edilen idari ve siyasi kazanımlar, Şam hükümetinin yeni bir demokratik ve sivil yönetim biçimi olmaksızın Suriye'nin tüm bölgelerine hegemonyasını yeniden dayatma planlarını suya düşürüyor. Bu aynı zamanda Suriye'de daha fazla yer işgal etmek isteyen Türk devletinin çıkarlarını da tehdit etmektedir. Ülkeler ve güçler hegemonyayı yeniden tesis etmeye çalışmaya devam edecek ancak bu Kürtler ve Araplar arasında çekişme, iç çatışma ve mesafe yaratmadan mümkün olmayacaktır.
Dêrazor, Astana pazarlığının aynası
Dêrazor sürecine baktığımızda Şam hükümetinin Astana’da İran ve Türk devletiyle anlaştıktan sonra, Kürt-Arap çatışmasını körüklemeye çalıştığını net bir şekilde görebiliriz. Burada amaç sadece petrol ve diğer kaynakları kontrol etmek değil, aynı zamanda Özerk Yönetim çatısı altında birleşen Kürt, Arap, Süryani ve Ermenilerin birliğini bozmaktır. Ancak 3’üncü Yol ilkesini esas alan halklar Şam rejiminin tekçi zihniyetini dayatmasına asla izin vermeyecektir.
Yayın Tarihi: 14/05/2024