Ben bu yazıda bu eylemin TBMM'nin siyasi bilinçdışının belirli bir özelliğini ifşa ettiğini öne süreceğim. Walter Benjamin'e referansla, meclis binasının ve T.C. siyasi kültürünün bizzat kültürel ve politik "harabeler" üzerine inşa edildiğini ve varlığını sürdürmek için bu harabelerden sızan sesleri duymazdan gelmek zorunda olduğunu iddia edeceğim.
Sömürgecilik yalnızca bayraklar, ordular veya mimari yapılar gibi görünür güç sembollerinden faydalanmaz, kontrol araçları arasında çoğunlukla fark edilmeyen ama etkisi derin olan bir şey daha vardır: ses. Sömürgecilik bağlamında ses, hâkimiyeti pekiştirmek, kültürel anlatıları şekillendirmek ve sömürülen halkların sesini bastırmak için kullanılan güçlü bir araçtır. Dikkat çekebileceği gibi dikkati dağıtabilir de. Düzenin yıkılmasına da yeniden inşasına da katkıda bulunabilir. Gürültü, popüler siyasetin vazgeçilmez bir parçasıdır ve Türkiye bu anlamda oldukça gürültülüdür: sokaklarda polisle çatışmanın, mahallede mutenalaştırma debdebesinin, sosyal medyada binlerce trolün ve siyasetçilerin, en başta da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sürekli bir şeylere bağırarak oluşturduğu bir kakofoni bulutudur. Gürültü, aynı zamanda azınlıkların ve ötekileştirilmiş insanların öznelliklerini bastırmak için de kullanılır; iletişim kanallarını işgal eder, insanların kendilerini ifadesini, savunmasını, anlatmasını engeller. Bu gürültünün yarattığı kakofoni de en önemli sömürgeci stratejilerden biridir: yorar, bozar, kendinden şüphe ettirir.
Çoğunluk için 'tek milleti' sembolize eden meclis binasının içinde başka bir dilde konuşmaya yeltenenler T.C. resmi tarihinin kabul ettiğinden 'farklı' bir geçmişten bahsederler. Paylan'ın, Zana'nın ve diğerlerinin dile getirdiği başka bir geçmiş iddiası şimdinin de yeniden gözden geçirilmesini gerektirir; bu da masalara tüm güçleriyle vuranlar için varsaydıkları geçmişin paramparça olma ihtimali demektir.
6 Aralık 1991'de, TBMM’de Leyla Zana yemin etmek üzere kürsüye çıktığında başındaki sarı, yeşil ve kırmızı renklerden oluşan bant, Meclis'i öfkeye boğmuştu. Zana, yemini Kürtçe "Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına" bitirirken Meclis'teki bağırışlar, sıralara vurulan yumruklarla birleşerek korkunç bir gürültüye dönüştü. Bu gürültü, Zana tekrar kürsüye çağrılıp Türkçe yemin etmeye zorlandığında da kesilmedi. Benzer bir olay 2 Mayıs 1999'da başörtüsüyle parlamentoya giren milletvekili Merve Kavakçı'nın karşılaştığı gürültüde de görüldü. Bağırışlar ve sıralara vurulan eller eşliğinde Kavakçı önce Meclis'ten, sonra aktif siyasetten dışlandı. 28 yıl sonra 2017'de, HDP'li Ermeni milletvekili Garo Paylan, Meclis kürsüsünde Ermeni Soykırımı'ndan bahsettiğinde sesi önce desibeli giderek yükselen bir uğultuyla, ardından şiddetli itirazlara sıralara inerek eşlik eden güçlü yumrukların gürültüsüyle kesilmişti.
Meclis şiddeti dünya parlamenter tarihinde istisna olmaktan çok uzak, bilakis siyasi geleneğin neredeyse olağan bir parçası. Ancak yukarıdaki gibi vakaları (ve diğerlerini) basitçe taraflar arasında anlaşmazlık veya ideolojik farklılıklar olarak görüp geçmek de mümkün değil. Ben bu yazıda bu eylemin TBMM'nin siyasi bilinçdışının belirli bir özelliğini ifşa ettiğini öne süreceğim. Walter Benjamin'e referansla, meclis binasının ve T.C. siyasi kültürünün bizzat kültürel ve politik "harabeler" üzerine inşa edildiğini ve varlığını sürdürmek için bu harabelerden sızan sesleri duymazdan gelmek zorunda olduğunu iddia edeceğim.
Çoğunluk için 'tek milleti' sembolize eden meclis binasının içinde başka bir dilde konuşmaya yeltenenler T.C. resmi tarihinin kabul ettiğinden 'farklı' bir geçmişten bahsederler. Paylan'ın, Zana'nın ve diğerlerinin dile getirdiği başka bir geçmiş iddiası şimdinin de yeniden gözden geçirilmesini gerektirir; bu da masalara tüm güçleriyle vuranlar için varsaydıkları geçmişin paramparça olma ihtimali demektir. Egemen gücün geçmişin nasıl hatırlanacağına veya hatırlanıp hatırlanmayacağına karar veren anlatısını sarsar. Bu hesap soran ve sorumluluk isteyen geçmiş önerisini yapan sözler doğrudan farklı bir kronoloji içeren bir portal açar ve adeta geçmişten birtakım hayaletleri Meclis binasının içine davet eder. Bu geçmiş resmi tarih kitaplarında yazıldığı gibi 'Türk milletinin muazzam başarıları' tarafından işaretlenmemiştir; bu yüzden de bütünlüğü, armoniyi bozan herhangi bir söz, birlik beraberlik destanının altını oyma velhasıl makul öznellik fikrinin ayağını kaydırma potansiyeli taşır. Diğer milletvekillerinin geçmişleri "resmi şimdi" ile öylesine bağlantılıdır ki, bu "şimdi" masalara vurma eylemiyle kendini dayatır. Bu eylem kendisininkinden başka herhangi bir tarih anlatısına karşı bir savaş ilanıdır. Zana'nın, Kavakçı'nın, Paylan'ın sözleriyle açılan portaldan meclis salonuna sızan hayaletler, bu gürültü vasıtasıyla sembolik bir zafer girişiminde bir kez daha inkâr edilir. Ötekilerin sözleri mevcut çoğunluğun zaferler, kahramanlar, onur ve böbürlenmeyle imli tarih anlayışına uymayan bir tarih varsayar. En ufak bir şüphe dahi günümüzü ve bugünün temelini oluşturan anlatıyı sorgulamayı gerektireceği için bu sesler geçmişin hatırlanma biçimini kontrol eden egemen güç için bir tehdittir. Dolayısıyla, Meclis'te çıkarılan gürültü üzeri taşlar, yıkıntılar, toprak, kan, göz yaşı ile kapanmış bir tarih ihtimaline karşı bir savunma mekanizması olarak işlev görür.
Zana'nın, Kavakçı'nın, Paylan'ın sözleri harabelerin altına gömülü olmaları gereken bu hayaletleri geri çağırmış ve görünür kılmıştır. Davetsiz misafirler zorla kaybedilmişlerin, sürgüne gönderilmişlerin, katledilmişlerin hayaletlerdir. Masalara vurularak yapılan gürültü de hayaletleri ait oldukları yere, makbul insan olmayanlar diyarına geri göndermeye çalışan 'hayalet avcıları'dır.
Binaların, mobilyaların, masaların, kıyafetlerin vs. Eve Kosofsky Sedgwick, yüzeyler söz konusu olduğunda onları yapılandıran iki tür doku olduğunu öne sürer. İlki engelleyen ve reddeden, tarihin bir amaç uğruna silinmesi ve yeniden yazılmasını simgeleyen, bütün 'uygunsuzluk' ve anormallikleri yontulmuş, tarihsel bir erkekliğin, düzenin simgesi düz doku (texture); diğeri ise türlü yasa ve norm ile ulaşımı namümkün kılınmasına rağmen yeşermenin bir yolunu bulmuş, tarihsel ve duygusal anlamda yüklü ve potansiyel olarak dönüştürücü dokudur (texxture). Meclis binasında hunharca dövülen masaların yüzeyi ise 'kurgulanmış', 'arzulanan' tarihin ve ulus devletin devamlılığını sağlamada suç ortağı olmak üzere tasarlanmış bir dokudan mürekkeptir. Bu doku, normatifliği, bu meclise dahil olabilmek için yeterince Türk, laik, erkek ve Sünni olma şartını dayatır. Meclis binası Walter Benjamin'in "harabeler sahnesi" olarak tanımladığı bir alandır. Bu bina da tıpkı T.C. gibi, yok edilmiş öteki kültürlerin, marjinalleştirilmiş kimliklerin, farklı hafızaların ve nihayetinde ne bu ne öbür dünyaya ait, arada sıkışmış mezarların, hayaletlerin üzerine inşa edilmiştir. Zana'nın, Kavakçı'nın, Paylan'ın sözleri harabelerin altına gömülü olmaları gereken bu hayaletleri geri çağırmış ve görünür kılmıştır. Davetsiz misafirler zorla kaybedilmişlerin, sürgüne gönderilmişlerin, katledilmişlerin hayaletlerdir. Masalara vurularak yapılan gürültü de hayaletleri ait oldukları yere, makbul insan olmayanlar diyarına geri göndermeye çalışan 'hayalet avcıları'dır.
Başka dünyalara, dolayısıyla karşılaşmalara kapı açan bir ilişki gücü olan Potentia'dan farklı olarak Potestas, ilişkileri tıkayan bir iktidar biçimidir: masalara vurarak, ellerinizi kullanarak, bağırarak ve küfrederek konuşmaya kalkanın sözlerini bloke eden bir iktidar.
Avery Gordon, tarihe gömülmeye çalışan baskıların, kaybetmelerin ve acıların bugünkü modern özneye "musallat" olduğunu' öne sürer. Hayalet dediğimiz şey, birey ile kurum, toplumsal yapı ile özne ve tarih ile biyografi arasındaki ilişkiye dair bir metafordur. Bazılarının konuşarak meclise davet ettiği hayaletler dikkat talep eder, bir etki yaratır ve bir şeyler yapma ihtiyacı doğurur. Bu hayaletler, kristal berraklığındaki resmi tarih tanımının üzerine dadanmış bir gölgenin ispatıdır. Meclisi içini dolduran çılgın bir kaos halindeki bu hayaletler bir saniyeliğine bile olsa görünür hale gelmiştir. Aldıkları tepki, gürültü, odada yükselen ekolar bile, hayaletlerin bir saniyeliğine bile olsa görünür hale geldikleri, kaos ve hezeyan yarattıkları gerçeğini geri saramaz. Benjamin'in dediği gibi, geçmişle cebelleşmek üretken bir uğraştır, kayıpların ve yıkıntıların harabelerinde dolaşmak aslında resmi tarihin kasıtlı olarak dışında bırakılmış yeni bilgi biçimleri üretebilir. Hasır altı edilmeye çalışılanlar dile getirilmiştir. İstediğiniz gürültüyü yapın, geri alınamazdır artık; hayaletler çoktan etrafımızı sarmıştır. Konuşulmayan felaketlerin, yüzleşilmemiş geçmişlerin, şiddet hatıralarının arasından gelen bu hayaletler, kendi failleriyle konuşmaktadır, dolayısıyla sözün kendisi salt bağıranlardan gelen tepki nedeniyle değil taşıdığı yük nedeniyle de ağırdır. Karşılığında yapılan gürültü hem bağıran insanların bedenlerinde hem de çarpılan sıralarda, odayı saran duvarlarda, binanın her bir köşesinde yankılanarak somutlaşan bir şiddet türüdür.
Bu manzara, salt T.C.nin değil meclis binasının da derin bir sır üzerine inşa edildiğini gösterir. Hayaletleri görünür kılma arzusu ise anında inkâr ile karşılanır ancak bu davetsiz misafirler modern T.C.nin dokusuna çoktan musallat olmuştur.
Öte yandan, toplumsal felakatlerin inkârının sadece fiziksel etkileri olmaz, öznellikleri de şekillendirme gücü de vardır. Hayaletlerle haşır neşir olan herkes, geçmişlerinin hesabını soran eylemleri nedeniyle damgalanır. Özneler ve ötekiler arasındaki bu ilişki yaralı, şiddetli ve asimetriktir. Masalara vurarak gürültü yapma şeklinde kendini gösteren inkâr, aynı odadaki insanlar arasında muhtemel bir duygulanım akışını da engeller ve Spinoza'nın Potestas olarak adlandırdığı şeye sebep olur. Başka dünyalara, dolayısıyla karşılaşmalara kapı açan bir ilişki gücü olan Potentia'dan farklı olarak Potestas, ilişkileri tıkayan bir iktidar biçimidir: masalara vurarak, ellerinizi kullanarak, bağırarak ve küfrederek konuşmaya kalkanın sözlerini bloke eden bir iktidar. Sıraların üzerindeki eller devletin elleridir, çıkan gürültü hukukun sesidir. Hem pratik hem de psikanalitik anlamda yasaya tekabül eden bir emir duyulur: kes sesini! Bazı insanların konuşmasına izin vermeyerek, söylediklerini dinlemeyi reddederek bir tarih inşa edilmiştir. Konuşmanın, yani anlaşılır olanın dünyasına girmeyi öneren herhangi bir kişi, anlam yaratma, dolayısıyla dil yoluyla üretme konusunda bir tehdit olarak algılanır.
Nicolas Abraham "Notes on the Phantom" (Hayaletler Üzerine Notlar) adlı eserinde günümüze "musallat olanın ölüler değil başkalarının sırrının içimizde bıraktığı boşluklar" olduğunu öne sürer. Bu anlamda meclis üyelerinin gürültü çıkararak kovmaya çalıştığı hayaletler aslında "başkalarının mezarlarıdır". Abraham'a göre hayaletler bilinçdışı aracılığıyla bir nesilden diğerine aktarılabilir ancak hayaletlerin musallat olduğu kişi tıpkı meclisteki gürültücüler gibi sırrı reddeder çünkü bu sırrın ortaya çıkması kurulmuş da olsa bütünlüğünün zarar görmesine yol açabilir. Bu manzara, salt T.C.nin değil meclis binasının da derin bir sır üzerine inşa edildiğini gösterir. Hayaletleri görünür kılma arzusu ise anında inkâr ile karşılanır ancak bu davetsiz misafirler modern T.C.nin dokusuna çoktan musallat olmuştur. Bu hayaletleri duymazdan gelme arzusu ise giderek daha kavgacı bir hal almıştır; tarihin istenmeyen kısımları susturulmuş ortadan kaldırılmış, kaybettirilmiş veya 'beklemeye alınmıştır'. TBMM binası içindeki masalar yalnızca birer mobilya değil, aynı zamanda silme ve bastırma araçlarıdır. Bangır bangır bu masalara vurmak da TC'nin bilinçdışından taşan suçları savsaklama amacı taşır.
Mecliste istenmeyenlerin hayaletleri "sembolik suç mahallî"nin göbeğinde 'tartışmalı' sesler çıkararak failleriyle karşı karşıya gelmiştir. Ancak sıralara vuran yumruklar aracılığıyla 'kaybın, ölümün yasının tutulması' tekrar yasaklanır. Hayaletlerle barışarak geçmişle yüzleşmeye yönelik pek çok girişim veya teklifte olduğu gibi, parlamento bu teklifi yine reddeder ve bir bütün olarak toplum dönüşüm şansını, yeni ilişkisellikler, dolayısıyla yeni öznellikler yaratma olasılığını kaçırmış olur.
Meclis tarihin, kimliğin ve kültürel hafızanın ne şekilde hatırlanacağı ve yazılacağına dair bir savaş alanıdır. Bu savaşta gürültü çıkarma stratejisi baskın anlatının korunmasını sağlama çabasında kullanılan bir araçtır sadece. Ancak bu aynı zamanda, bu anlatıya meydan okuyanların varlığına da işaret eder ve onların bu anlatıyı değiştirme potansiyelini gösterir. T.C. siyasi bilinçdışına musallat olan bu hayaletler ne zaman yasaklı bir dil yoluyla öte diyardan çağrılsalar, başka türlü bir şeyin mümkünlüğü de zayıf da olsa görünür olur. Ötekinin sesini bastırmak için seferber edilen gürültü dindiğinde ardında resmi tarihin kırılganlığını faş etmiş, zayıf da olsa hala duyulan bir yankı bırakabilir.
Dipnot ve Kaynakça
- Abraham, Nicolas. 1975. Notes on the phantom: a complement to Freud’s metapsychology. In The shell and the kernel: renewals of psychoanalysis. Trans. Nicolas Rand. Chicago: University of Chicago Press.
- Benjamin, Walter. 1968. Theses on the Philosophy of History. In Illuminations: Essays and Reflections.Hannah Arendt, ed. Pp. 253Ð264. New York: Harcourt, Brace, and World.
- Deleuze, Gilles. 1998. Spinoza and the three ethics. In Gilles Deleuze: essays critical and clinical. London: Verso
- Sedgwick, Eve. K. 2003. Introduction. In Touching feeling: affect, pedagogy, performativity.
Yayın Tarihi: 13/09/2024