Korku olgusunda insan bilinci, düşünce ve duygusu devreden çıkar ve bu değerler yaşamdan çıktığı andan itibaren vahşileşme başlar. Sömürgeciliğin klasik çökertme stratejisinindeki “böl ve yönet”in arkasındaki mantık budur.
En tehlikeli köleliğin, yalana dayalı olanı gerçek belleyen insanın duruşunda kendini dışa vurduğunu söyler Rêber Öcalan. Bunun Kürt toplumunda yarattığı zihinsel çarpıklıkla bağına dikkat çeker. Mesele Kürt ve Kurdistan olunca durum ve değerlendirme çok daha vahim bir tarihsel seyir izler. Sömürgeciliğin Kurdistan’da yürüttüğü sömürgeleştirme politikaları diğer sömürgecileri katbekat aşan bir karaktere sahiptir. Özellikle cumhuriyetin ilk yüzyılında uygulanan envai çeşit ‘kırım’ politikalarının tarihte bir benzerini bulmak pek olası değil. İmparatorluk artığı olan bu cumhuriyet tüm inkâr ve imha politikalarını Kurdistan’da uygulamaya koydu. Salt fiziki kırımla yetinmedi. Onun yanında kültür, dil, ekonomi ve ekoloji gibi alanlarda bir strateji dahilinde kırımlar yaptı, bugün de yapıyor. Kültürel kırımla sömürgeleştirmeye çalıştığı Kurdistan’ın tabutuna son çiviyi çakmak istiyordu. Bunu cumhuriyetin temel stratejisi olarak görüyordu. Bu sömürgeci egemenlik sisteminin Kürt toplumunda yarattığı psikoloji hiçbir sömürge halk ile kıyaslanamayacak düzeyde derin bir kimlik, kültür ve dil sorununa yol açtı.
Böylesi psikolojik travmaları atlatmak kolay değildir. Bu travmalar ağır kronik bir nitelik ve kimlik kazanmışsa bunun iyileştirilmesi için çok uzun bir zaman aralığına ihtiyaç vardır. Sömürgeciliğin boyutları psikolojik travmanın derinliğini de belirler. Sömürgecilik bunu bildiği için sömürge politikalarını daha da acımasızca çeşitlendirme ve onlara derinlik kazandırmaya çalışmaktadır. T.C Kürt ve Kurdistan’da son yüzyılda askeri, siyasi, kültürel, ekonomik ve teknik olarak kendini örgütlemiş durumdadır. Bu örgütlü sömürge gücü olmasında en büyük pay ve destek konumunda olan yerli işbirlikçi-ihanetçi sınıfın varlığı sömürüyü daha kalıcı hale gelmesinde birincil derecede sorumludur. Yapılanı ve yapılmakta olanı her türlü soykırım ve diğer kırımlar bu işbirlikçi hainler eliyle sömürülmekte ve “kırımlara” meşruluk zemini sunmaktadır. Yeni sömürgeci politikalar bunlar eliyle götürülmektedir.
Kürt toplumunda yaşam paramparça olmuş durumda. Bu parçalanma hali sadece fiziki olarak mevcut değil, psikolojik olarak da bir dağılma var. Kürt halkı adeta bir sömürgeci kolektif nevrotizmine yakalanmış durumda. Bu kolektif psikolojik ruh halinin diğer sömürü boyutlarından çok daha derin, kapsamlı ve kolay kolay iyileştirilemez etkileri vardır. T.C sömürgeciliğinin yarattığı psikolojik korkunun derin bunalım ve travmalara yol açan tarihi etkileri vardır. Devrimin önündeki en büyük engel bu ruhsallıktır. Kitle hareketlerinin psikolojik yapısı devrimin zaman aralığı kadar onun niteliğini de belirler. Devrim, ilk olarak sömürgeciliğin yarattığı her türlü etkilere karşı yeni bir karaktere çıkma sürecidir.
Parçalanmanın altında yatan etken asılan bedenlerde saklı tutulan korkuların varlığıdır. Kürt bireyi ve toplumu kendini sömürgeci T.C. devletinin aynasında görüyordu. Korkunun işlevselleştirilmesinin ana kaynağı buradaydı. Bu derin yabancılaşmanın, köklerinden kopmanın, değerlerinden uzaklaşmanın yarattığı sonuçtur.
Öncelikle T.C sömürgeciliğinin yarattığı psikolojik korkuları anlamak ve bunu bilince çıkardıktan sonra fiziksel korkularla daha güçlü, dirençli bir mücadele içinde olmak gerekir. Çünkü tüm sömürgeci stratejiler ilk önce bu korku psikolojisini egemen kılmaya çalışırlar. Psikolojik olarak şunu söylemek mümkün; insanlar ölümün kendisinden çok ölüm duygusundan korkarlar. Bu psikoloji ile yaşamlarını yönlendirir ve sürdürürler. Sömürgeci T.C. devletinin tüm gücünü Kurdistan’a yığması bu korku psikolojisini egemen kılmak içindir. Bu korkuyla hareket eden Kürt toplumu yanlış bilinçle şekillendirildi. Kendi varoluş değerlerinden adım adım uzaklaştırıldı. Bu nedenle dünyanın belki de en zor devriminin bu psikolojiye karşı yapılması süreci ile karşı karşıyayız. Kürt Özgürlük Hareketinin ilk çıkışı bu psikolojik korku bariyerlerini yıkmaya başlamış olmasıydı. Çünkü T.C. sömürgeciliği Kürt toplumunda “devletin yenilmezliği” algısını yaratmıştı. Bu olguya karşı herhangi bir başka direniş her türlü tehlikeyi içinde barındırıyordu. Korku iklimi içinde, yaşamın sömürgeciliği içselleştirmekle mümkün olacağı duygusu yaratılmıştı. Zaten sömürgeciliğin en tehlikeli boyutu zihinleri işgal ederek orada kendine yaşam alanı bulmuş olmasıydı. Korku psikolojisi bu alanın açılmasında en belirleyici araçtı. Bu nedenle fiziksel korku, psikolojik korkunun gölgesi gibidir.
Devrim mücadelesinde tüm yoğunlaşmalar bu korku psikolojisine verildiğinde, 100 yıllık sömürgeciliğin yarattığı sömürge kişiliğinin ne kadar büyük bir korkular dünyasında yaşadığını görebiliriz. Bu korkuların derinine indiğimizde bilinçli veya bilinçsiz, derin ya da yüzeysel hangi boyutta olursa olsun sömürgeciliğin yarattığı korkular olduğunu görmüş ve öğrenmiş oluruz. Bu aynı zamanda bir bilinçlenme halidir. Parçalanmanın altında yatan etken asılan bedenlerde saklı tutulan korkuların varlığıdır.
Kürt bireyi ve toplumu kendini sömürgeci T.C. devletinin aynasında görüyordu. Korkunun işlevselleştirilmesinin ana kaynağı buradaydı. Bu derin yabancılaşmanın, köklerinden kopmanın, değerlerinden uzaklaşmanın yarattığı sonuçtur. Kendine özgürlüğün aynasından bakabilmiş olsaydı bu psikolojik korkuların hiçbirini yaşamıyor olacaktı. Derin bir köksüzleşme ve parçalanma saldırısı altındaki Kürt toplumu yaratılan korkunun esiri olmuştu. Kendine sömürgeciliğin aynasını tutarken yaşamın bütünselliğine değil de onun en korkusuz ve güvenli parçasına bakıyordu. Varlığını geleceğe taşımak için biyolojik çoğalmayı esas alıyordu.
Kürt toplumunda özgür irade kırımı
Sömürgeciliğin bu içselleştirilmiş hali yüzyıllardır devam etmekteydi. Nesillere aktarılmış bu psikolojik korkular özgür ve özerk yaşamdan düşüşün de nedeni olmuştur. Krizli bir kimlik ve kişilik bütün yaşamlarını kaplamıştı. Sömürgeci baskı altındaki Kürt bireyin beyni, zihni ve duyguları darmadağın olmuş ve kendi dışında her şey olmuştu. Toplumun ulusal bütünlüğü bozulmuş ve tarih dışı bir toplum konumuna itilmişti. Bu süreçlerin ideolojik zihniyetini yaratamadığı için sömürgeciyi bir kurtarıcı olarak görmeye başlamıştı. Zaten sömürgeciliğin başarısı tam da buradadır; Kendini Kürt halkının zihniyet dünyasında örgütlü kılmak. Yaşamın değerli olduğu kadar özgür bir hareket ve devrim olduğunu kavramak, sömürgeciliğin psikolojik korkularını aşmak için zihinsel işgalden kurtulması gerektiği anlamak ancak devrim süreci ile gelişmeye başlamıştı.
Var olanı kader diye kabullenmek, doğrulardan korkma psikolojisidir. Değişime ve dönüşüme kapalı bu psikolojinin altında yatan esas gerçeklik, kendisi olma ve kendisi gibi hareket etmekten korkmaktır. Eğer burada doğru tutum benimsenmezse, birey ve toplum olarak kendi kendimizi doğruyu görmezsek, doğru tutum ve tavır içinde olmazsak hem aldanan hem kendini aldatan konumunda olacağız.
Kürt toplumu hiçbir zaman kendi özgür zihni ve bilinci ile yaşamı doğallığında gözlemleyerek öğrenme, deneyimleme pozisyonunda olamamıştı. Zaman zaman buna dönük isyanlar ve direnişler yaratsa da bunlar da devrim çıtasının çok çok gerisine düşmüştü. Sonrasındaki yaşam pratiği sömürgecinin gözlemlediğinden öğrenmekten ibaretti. Kendisi olamamanın en temel nedenlerinden birisi de bu olmuştur. Psikolojik olarak korkutulmuş, ürkütülmüş ve yabancılaştırılmış olan Kürt toplumu ve bireyi kendi kendini tanımada, kendi benlik ve kimliğini oluşturmada özgüven ve özgür irade kırımına uğramıştır. Bu duruma düşürülmüş olan insan kendi tanımını kendisi yapamaz. Kendi benlik ve kişilik dünyasını sömürgeciliğin işgaline açık tuttuğu için hep fethedilme beklentisi ve duygusu ile hareket etmiştir. Kendi özgür iradesiyle belirlenimlerde bulunamaz. Psikolojik olduğu kadar siyasal olarak da ‘ben buyum’ duruşu ve tavrını sergileyemez. Bu iradeyi gösteremez çünkü onun ‘oluş’ zamanı kendine ait değildir. Sömürgeci devletin zaman akışına kapılmıştır. Köklerinden uzaklaşmıştır. Burada sömürgeci devlet Kürt toplumu ile özgürlüğünün arasına girer. T.C. devleti aynı zamanda stratejik olarak Kürt toplumu ile yaşamın arasına da girmiştir. Hakikatli yaşamın toplumsal kimlik kazanmasını böylece engellemeye çalışmıştır. Sömürgecilik Kürt toplumunda yaşam ve özgürlük bağını kopartırken aslında derin bir korku ve anlamsızlık, değersizlik psikolojisini yaratmak istemiştir. Özgürlüğün ve yaşamın temellerini dinamitlerken bir amacı da -ki en stratejik olanıdır-olanla olması gereken arasındaki savaşımı tümden durdurmaktı. Böylelikle sömürgeciliğin sanki bir kadermiş gibi kabullendirmeye çalışmıştır. Bu, mücadelesizlik ideolojisini zihinlerde yarattığı kölelik psikolojisinin korkusudur. Mücadelesizlik alanı -ki bu sömürgeci tahakkümdür- kabul etmekten öte başka bir şey değildi. Hakikatin ve özgür yaşamın kapılarına kapatmaktır.
Mücadelesizlik, bilincimizin eski yaşam tarzını olduğu gibi kabullenmesi ve gelecekteki yaşamın bundan çok da farklı olmayacağını düşünmesidir. Bu, sömürgecinin dayattığını kabul etme, ona karşı direniş içinde olmamaktır. Bunun adı kölece duruştur. Var olanı kader diye kabullenmek, doğrulardan korkma psikolojisidir. Değişime ve dönüşüme kapalı bu psikolojinin altında yatan esas gerçeklik, kendisi olma ve kendisi gibi hareket etmekten korkmaktır. Eğer burada doğru tutum benimsenmezse, birey ve toplum olarak kendi kendimizi doğruyu görmezsek, doğru tutum ve tavır içinde olmazsak hem aldanan hem kendini aldatan konumunda olacağız. Bu ise tarihin en büyük ihaneti olur. Burada iki temel düşman vardır: Birincisi yüzyıllık köleliğin öznesi olan sömürgeci T.C. devletinin pratiği, diğeri ise zaman olgusudur. Eğer bu iki düşman olgusuna yenilirsek işte o zaman yaşam ve özgürlük tam bir yıkıma uğrar. O nedenle temel motivasyon korkuyu yenmek olmalıdır. Korku damarlarının arkasında büyük özgürlük damarları vardır.
Türk sömürgeciliği sadece fiziki bedenimizde değil, ruhsal dünyamızda da büyük yaralar açmıştır. Bu yaraları iyileştirmenin yolu özgürlük ile doğru temelde buluşmaktır. Yüzyıllık cumhuriyet rejimi bizi her bakımdan yaralamıştır. Toplumsal psikolojimizle oynamıştır. Temel felsefesini bunun üzerine bina etmiştir. Bir insan ya da bir toplumu öldürmenin tek bir yolu yoktur; tıpkı bir tek savaş tanımı olmadığı gibi. Savaşı “organize cinayet” olarak tanımlarız. Savaş bir fiziki yıkımdır ama aynı zamanda kolektif olarak toplumun ruh sağlığının bozulmasıdır da. Şurası açıktır ki, ne savaşa giren insan eski insandır ne de devrime giren insan. Sömürgeciliğe karşı devrime kalkışan insan, sömürgeciliğin yarattığı toplumsal psikolojinin korku bariyerlerini yıkmaya başlayan insandır.
Sömürgecilik uygulamaları, Kürt toplumunun ruhsal sağlığını bozmuş ve onu dengesiz hale getirmiştir. Kendi duygusuyla yaşayamayan Kürt insanı, psikolojik boyutta derin bir yabancılaşma yaşadığı için ruh dünyası sorunlu hale gelmiştir. Bu ruh halinden kurtulmak için de sömürgeciliğin açtığı alanlara doğru kaçar. Bu nedenle dünya faşizm örnekleri incelendiğinde neden endüstriyel spor, popüler sanat, seks ve diğer eğlence alanları ve gösteri dünyasına rağbet olduğu anlaşılır. Böylesi kaçışlar, bireyin kendisinden olduğu kadar, bağlı olduğu toplumlardan, köklerinden ve gerçekliğinden de kaçışlardır. Bu alanlar aslında sömürgeciliği büyüten, onun kalıcılaşmasını ve içselleşmesini de sağlayan ideolojik mevziler konumundadır. Doğal olarak birey ve toplumun kendisini tanıması mümkün değildir. Çünkü orada çelişki kalmamıştır. Sömürgeciliğe teslimiyet yolu böylece başlamıştır.
Öcalan bir değerlendirmesinde şöyle der; “Neden kendi gerçeğinize dokunmaktan korkuyorsunuz?” Aslında burada sömürgeciliğin yarattığı korku kişiliği kadar devrimden de korkmanın yarattığı bir ruh halinin yansımasını verir. Gerçeklerden korkarız çünkü gerçeğin insanı özgürleştirici bir özelliği vardır. Bu durum aslında özgürlük devriminin ideolojik ve eylemsellik boyutuna ciddiyetle eğilmediğimizin, o alana tamamen girmediğimizin de bir göstergesidir. Eğer gerçek bir bilinç yoğunlaşması ile devrime katılınsaydı, aidiyet problemi ortaya çıkmayacaktı. Çünkü ciddi olmanın temel özelliği gerçeklikle kurulan bağdır. Dolayısıyla ciddi olan birey, yaşamın herhangi bir alanında ortaya çıkan sorunlara karşı kolektif bilincini ve zekasını devreye koyar. Bu durumda insanın kendisini tanıması, gerçekliğine doğru temelde neşter vurmasını gerektirir.
Özellikle T.C. sömürgeciliğine karşı Kürt halkının özgürlük mücadelesinin temel karakteri burada kendisini dışa vurur. Akışkan olmayan zihne akışkanlık kazandırmasının en temel nedeni, sömürgecilik tarafından şartlandırılmış zihnin nasıl ve hangi saiklerle şartlandırıldığını ortaya koymuş olmasıdır. Nasıl şartlandığını bilirsen, ona karşı savaşın güçlü ve nitelikli olur. Bu sadece başlangıç için ilk adımdır. Türk faşizmi Kürt toplumunun zihin ve ruh dünyasını çeşitli sömürge araçlarıyla şartlandırmıştır. Zihinsel sömürgeciliği geliştirmişken de çağa uygun araçları kullanmaktan çekinmemiştir.
En başta zorunlu eğitim ile birey ve toplumun zihin dünyasını işgal etmeye çalışmış, bunun yanında en temel olgu olarak İslamiyeti başat baskı aracı olarak kullanmıştır. Pozitivist bilim ile ince bir toplum mühendisliği yapılarak Kürt birey ve toplumunun düşün ve ruh dünyası şartlandırılmıştır. Eğitim ve bilim birer özgürleşme araçlarıyken, Kurdistan’da ağır bir sömürü malzemesine dönüştürülürler. Bilinç, sömürgeciler tarafından tam bir kuşatma altına alınır ve kendi işledikleri kalıba sokularak ona biçim kazandırılır. Böylelikle bilinçteki bu hızlı gerileme bireyi duyarsız, tepkisiz ve inançsız kılacak şekilde ideolojik erozyona uğratır. Bu zihinsel körelmede miyoplaşma hali Kürt insanı ve toplumunu duyarsızlık girdabına alır. Sömürgeci politikalara zamanında yeterli ve yetkin cevap verememe gelişir. Sorgulayan zihnin yerini duyarsızlaşan zihin alır.
Kimi işbirlikçi ve ihanetçiler dışında Kürt toplumu artık özgürlük bilincini uyanık tutmayı başarmıştır. Yüzyıldır uyutulan bu zihin artık kendisi hakkında karar verme sürecine girmiş bulunmaktadır. Sömürgecinin köleleştiren anestezik zihnine karşı özgürlüğün yaşam iksiri toplumun geleceğini belirlemede etkin güçtür.
Hakikate karşı yalan hükümsüzdür
Zeka ve bilinç anlam ve anladığını sorgulama araçlarıdır. Köreltilmiş bir zihin, verimsiz kılınmış zihindir. Ne sorgular ne de sağlıklı bir duygu geliştirebilir. Bir sorunu bir problemi irdelemek veya onu çözüme kavuşturmak için sorgulamak, aynı zamanda eleştirel tutum geliştirmeyi gerektirir. Bu da sömürgeciliği korkutan bir durumdur. Bu duruma karşı T.C. devleti de tüm silahlarını kuşanır ve psikolojik korkuların tarihsel sürecini hatırlatır. Korkuları depreştirir. Böylece bilinçaltına seslenir. Zihinsel gerilemenin tüm olgularını psikolojik korkularla etkin bir şekilde pratikleştirmeye çalışır. Tercih şansı bile bırakmaz. Varoluşun evrimsel aşamalarında bazı tercihlerde bulunursak da sömürgeci rejim buna izin vermemek için her türlü gündemi devreye koyar. Adeta insanın bilincini uyutur, tepkisiz ve duyarsız kılmaya çalışır.
Bilinç üzerinde çalışan uzmanlar, anesteziye alınmış bilincin geçici olarak nasıl olur da ortadan kalktığını hâlâ aydınlatılabilmiş değiller. Bilincin bu anestezik durumunu sosyal, siyasal, kültürel ve psikolojik olarak sömürgeciliğe indirgediğimizde bunun ne anlama geldiğini biliyoruz. Kürt halkının bilinci narkozlanmıştır. Kendi bireysel ve kolektif oluş bilincini işletemez hale gelerek kölelik koşullarında yaşamaktadır. Elbette koşullar ve şartlar değişmiştir ve özgürlük paradigması sayesinde bu narkozun etkisi kırılmıştır. Kimi işbirlikçi ve ihanetçiler dışında Kürt toplumu artık özgürlük bilincini uyanık tutmayı başarmıştır. Yüzyıldır uyutulan bu zihin artık kendisi hakkında karar verme sürecine girmiş bulunmaktadır. Sömürgecinin köleleştiren anestezik zihnine karşı özgürlüğün yaşam iksiri toplumun geleceğini belirlemede etkin güçtür.
Şu çok açıktır; özgür olmayan eşit olamaz. Eşit olmayan özerk olamaz. Özerk olmayan birey ve toplum ahlaki-politik olarak varlık kazanamaz. Öncelikle özgürlük bilincini kazanmak gerekir ki korku psikolojisi ile savaşılabilsin.
Sömürgecilik, varlık olarak doğal alana karşıt ve onun antitezi olarak yaşam bulmuştur. Özgürlük ve özerkliğin sınırlarını daraltmak, onların varoluşsallığına sınır koymakla varlık kazanmıştır. T.C. devleti de bu şekilde Kürt halkının özgürlük ve özerklik sınırlarını devletin çıkarlarına göre çizmektedir. İnsanların özgürlüğü devletin bekasına göre yaşam alanı bulmaktadır. Bu alanın dışına çıkmak her türlü kırıma uğramanın meşru ve hukuki zeminini açmış olacaktır. Eşitsizlik bu sınırların içinde gerçekleşir. Sömürgeciliğe bırakılırsa asıl eşitlik buradadır. Eşitsizliği özgürlük olarak algılayıp algılatırlar. Onlar eşitsizliği yasalarla gidermeye çalışırlar. En temel yaklaşımları da “anayasada herkes eşittir” teranesidir. Oysa bu tam bir aldatmacadır ve demagojiden ibarettir. Yasalarda eşitlik olsa bile yaşamda bunun esamesi okunmaz. Sömürgeci hukuku sömürü stratejisine göre oluşturulur. Bunu yüz yıllık cumhuriyet pratiğinde yaşayarak öğrendik. Şu çok açıktır; özgür olmayan eşit olamaz. Eşit olmayan özerk olamaz. Özerk olmayan birey ve toplum ahlaki-politik olarak varlık kazanamaz. Öncelikle özgürlük bilincini kazanmak gerekir ki korku psikolojisi ile savaşılabilsin.
Türk sömürgeciliği öyle bir zihinsel algı ve ideolojik bilinçle Kürt toplumuna yaklaşır ki, sanki her şey çok normalmiş ve olması gereken buymuş gibi bir ruh, duygu ve hissiyat yaratır. Temel stratejik yaklaşımlarında durmadan empoze etmeye çalıştıkları Kürtlerin sömürge durumundan şikayetçi olmamaları gerektiği dayatması vardır. Medeniyetten uzak kaldıklarından bunu hak etmişlerdir. İlkellikten kurtulmak için T.C.'ye ihtiyaçları vardır. Kürtleri modernite sınırlarına çekmek için bir dışsal güç olarak kendilerini görürler. Onlara göre modernleşmek medeniyetle tanışmaktır. Bunun yolu da üst sömürgeci kimliğe teslim olmaktan geçer. Sömürge ideolojisinin tipik karakteri, doğal olmayanı doğal gibi göstermek, varoluşa karşı bir kölelik darbesi indirmektir. Hiçbir toplum da bunu kabul etmez!
Sömürgeci Türk Devleti’nin bu kadar uzun süre varlığını devam ettirmesinin nedeni, başarılı sömürgeci politikaları veya askeri gücü değil Kürt halkının örgütsüz ve dağınık olmasıdır. Gerçekleştirilen isyanlar süreci özgürlük getirmekten çok sömürgeciliğin kalıcılaşmasına yol açmıştır. İsyanların kendisi bile örgütlü değildir. Yenilgiler sonrası halk tam bir dağılma, içten parçalanma sürecine girmiştir. Önderliksiz, ideolojisiz, partisiz, ordusuz ve örgütsüz kalan halk sömürüye, asimilasyona ve köksüzleşmeye açık hale getirilmiştir. Bunu Abdullah Öcalan şöyle tarif eder: "Mezara yatırılmış bir toplum gerçeği söz konusudur." Yenilgi ve korku psikolojisi de buna eklenince her türlü kırımın hammaddesi olmak durumunda kalınmıştı. Her yenilgi sonrası büyük işbirlikçilik ve ihanetin ideolojik çizgi olarak güç kazanması bununla bağlantılıdır. Artık sınıfsal çıkarlarını sömürgecilik politikalarına yatmakta buluyorlardı. Bu ihanet ve işbirliği hastalığını hem ideolojik boyutta hem de eylemsel bazda tüm topluma egemen kılma çabası içerisindeydiler. Örgütsüz ve partisiz kılınmış bu halkı sömürgecilerin önüne atıp parçalatıyorlardı. Ruhunu, yüreğini, beynini, duygusunu sömürgeciye açık halde tutuyordu. Yaşam ve özgürlük refleksleri kadar ulus olma bilinci de anestezik hale getirilmişti. Kendisi için değil, başkası için yaşayan bir halk gerçekliği ortaya çıkmıştı.
Bu örgütsüzlüğün yarattığı ruh ve korku halinin tüm öfke ve tepkilerini içe dönük gösteriyordu. Kendi toplumuna karşı en yakıcı şiddeti kullanmaktan çekinmiyordu. Bu davranış tipik sömürgelerdeki kişilik yapılanmasının dışavurumudur. Sömürgeciliğe karşı aşırı düzeyde kölece bir duruş gösterirken kendi halkının insanına ve hatta en yakınına karşı şiddetin her türünü acımasızca kullanmaktan geri durmuyordu. Bu konuda Fanon’un sömürge kişiliği tanımları hayli öğreticidir. Sömürgeleştirilmiş kişiliğin ruh dünyası ve davranış tarzı, düşünüş biçimi hakkında şu değerlendirmeyi yapar: “Sömürgecileştirilmiş insan, kemiklerinde birikmiş olan bu saldırganlığı ilk olarak kendi insanlarına karşı dışa vuracaktır… Çünkü yerlinin son sığınağı kendi kişiliğini kardeşine karşı savunmaktır.” Bu değerlendirme tüm sömürge kişilik yarpılanması için geçerlidir. Sömürgeciye özenme, onun gibi davranmaya çalışma onu içselleştirmektir. Bunu bir başarı ve kabul görme hedefiyle yapar. Bunu değer görme yöntemi olarak seçer. Onun kendini ve dünyayı adlandırması sömürgecinin adlandırmasıdır. Onun için dünya, yaşam ve kültürün tamamı bağlandığı sömürgeci ideolojidir. Bu derin suskunluk, kölece kabullenişin yarattığı çaresizliktir. Sömürgeciliğin Dayattığı boyun eğmeyi kabul edip aynı zamanda kendine de inkâr etmesidir. Bu sürecin Kurdistan’daki travmatik etkileri son asırda tarife sığmayacak kadar ağırdır. Bu örgütsüzlük ve parçalanmışlık üzerinde tahakküm kurmak ve onu idare etmek zor olmamıştır. Kaldı ki kendi kendini inkâr sömürgeciliğin nesnesine dönüşmektir. Varoluşunu inkâr Kürt toplum ve bireyinin özgürlük ve özerklikten düşme, tarih dışı olması ile eşdeğerdir.
Egemenin Kürt toplumunda yarattığı bölünme ve parçalanma durdurulmuş, birlik ve ortak mücadele iradesi büyük oranda sağlanmıştır. Sömürü stratejisinin nesnel olan bölücülüğüne karşı Kürt Birliği’nin her alanda sağlanması stratejisi adım adım hayat buluyor. Artık sömürgeciler değil, kendisi hakkında karar veren ve karar alabilen bir irade ortaya çıkmış durumdadır.
Ezenin sömürgeci ideolojisine karşı Kürt Özgürlük Hareketi yeni bir ideoloji ile çıkmıştır. Ezilenlerin ideolojisi yeni bir toplumsallık kurmaya başlamıştır. Dünyanın en örgütsüz halkı bu yeni toplumsallık ile örgütlü kılınmaya başlamıştır. Yeni bir Önderlik gerçeği, parti ve örgüt ile devrime adım atmıştır. Bunun için özgürleşmenin ilk büyük adımı korku psikolojisini yıkmayı başarmış olmasıdır. Toplumsal devrime böyle giriş yapılmıştı. Yani devrim yeni bir doğum sürecidir ve her doğum büyük sancılar ve acılarla başlar. Bu, devrimin doğasında vardır. Fakat bu doğum acılarının yeni insan ve toplum yaratma, kendi varoluşu ile yeniden buluşma, yabancılaşmaya karşı kendi özerk varlığını inşa etme çabası Kürt halkının yeniden tarih sahnesine çıkışının adı oluyordu.
Egemenin Kürt toplumunda yarattığı bölünme ve parçalanma durdurulmuş, birlik ve ortak mücadele iradesi büyük oranda sağlanmıştır. Sömürü stratejisinin nesnel olan bölücülüğüne karşı Kürt Birliği’nin her alanda sağlanması stratejisi adım adım hayat buluyor. Artık sömürgeciler değil, kendisi hakkında karar veren ve karar alabilen bir irade ortaya çıkmış durumdadır. Kendi adına seçimler yapan ve bu seçimlerle yaşamını daha özerk ve özgür yaşamaya çalışan bir halk gerçeği vardır.
Henüz sömürgeciliğe tamamen son verilemedi ama sömürgecilik can çekişiyor. Hakikatin karşısında yalanın bir hükmü olamayacağına göre, son devrimsel hamle ile Kürt halkı kendi oluş halini özgürce belirleyecektir.
Kürt halkının devrime kalkışması, yeni bir toplumsallık inşa etmesi, onun tarihsel ve varoluşsal onurunu koruma pratiğidir. Kendine ait olana yeniden kavuşmak, tahakkümcü güçlere karşı doğal bir savaşım içinde olmak ile mümkündür. Kürt toplumu son 50 yıldır özerk ve özgür yaşamak istiyor. Bu istemini de eylemsel kılarak tüm dünyada saygın bir halk olduğunu direnişle ortaya koymuş durumdadır. Devrimin iyileştirici gücü ve yaşattığı motivasyonla sömürgeci güçler psikolojik korkuya kapılmış durumdalar. Sömürgecilik Kürdistan’da darbelendikçe egemenler ruhsal bunalımlar ve Kürt sendromu ile derin krizler yaşamaya devam edeceklerdir.
* Silivri 9 No'lu Kapalı Cezaevi
Yayın Tarihi: 18/10/2024