kıyıyı alımlamak her zaman zor bişiy. duvar, eşik, kapı hem ayırır hem birleştirir. tenimiz bizi dıştan hem ayırır hem dışla birleştirir değil mi. özgür poetika bir kıyı deneyimi öyleyse. ancak bu poetik bakışla çakışan bir politika, bu nevi poetikaya yer açabilir. platon’un devlet’inde şaire ve şiire yüklediği fayda temelli misyondan kurtulunabilir; platon’un devlet’inden kurtulunabilinir.
Near Ventor, Eugene Isabey
sadece iktidarlar, devletler değil onların replikaları olan kişiler, topluluklar da kendi merkezlerine sürekli güç biriktiriyor. güç bir merkezde toplanmazsa dağılıp gidecek bişiy gibi görünüyor herkese. gücün dağılıp gitmesi en başta muhalifleri ürkütüyor. muhalifleri bırak, güçlerinin dağılıp gitmesi iktidar karşıtlarını, devlet düşmanlarını dahi rahatsız ediyor. kimse hakikati bilmenin verdiği ayrıcalıklardan yani güçten mahrum kalmak; misyonunun ürettiği haşmeti, şöhreti yitirmek istemiyor. bizi ayrıcalıklı kılan, parlatan, şöhrete ulaştıran her neresi ise gücümüzü orada biriktiriyoruz. bir siyasi parti olabilir bu, bir örgüt olabilir ya da bir tiyatro sahnesi, bir sanat galerisi, bir dergi yahut da bir edebiyat çevresi, belki de bir aşk ilişkisi. kendimizle ilişkimizde de böyle bu: inancımız, fikrimiz, bedenimiz, yüzümüz, yaşımız, becerimiz, dilimiz… neremiz güçlü ise oramızla dahil oluyoruz hayata. oramıza güç biriktiyoruz, oramızla iş (güç) bölümlü dünyaya yerleşiyoruz. yavaş yavaş gücü biriktirdiğimiz yerin mahkumu oluyor, başkalarını da bu güç biriktirme işine bir şekilde ortak kılmak istiyoruz.
bildik anlamdaki politik bir örgütlülükten çok, bilinmedik politik bir örgütsüzlüğe, gücün yayıldığı, çoğullaştığı, olur olmaz yerde ortaya çıktığı politik çeşitliliğe ihtiyaç var. ancak böyle bir politik atmosferde herkes doğasına kavuşabilir, sanat yapabilir gibi geliyor bana.
yavaş yavaş, diyelim, bir özgürlük mücadelesi bir merkeze ya da merkezlere güç biriktirme işine dönüşüyor. iktidarlar, devletler kendilerini alternatiflerinde, benzerlerinde, muhaliflerinde, düşmanlarında, karşıtlarında replikalarında üretiyor: gücün dağılıp gitmesini istemeyen her yapısal ilişki biçimi bilerek-bilmeden ‘devleti’ yeniden inşa ediyor. merkezin güçlü olması için çoğunluğun gücüne ihtiyaç var ama çoğunluğun güçlü olmasına ihtiyaç yok hatta çoğunluğun güçlü olması merkezin gücünü azaltıyor. o yüzden beklenen çoğulculuk, çok kültürlücülük, özerklikçilik gerçekleşemiyor. gerçekleşse bile istendiği gibi olamıyor, replikalıktan kurtulunamıyor. bildik anlamdaki politik bir örgütlülükten çok, bilinmedik politik bir örgütsüzlüğe, gücün yayıldığı, çoğullaştığı, olur olmaz yerde ortaya çıktığı politik çeşitliliğe ihtiyaç var. ancak böyle bir politik atmosferde herkes doğasına kavuşabilir, sanat yapabilir gibi geliyor bana. devleti yıkıp ele geçirip, devlet olup yani gücün merkezine yerleşip edindiğin ayrıcalıklarla hükmetmek pek yeni, taze bir strateji olmasa gerek. ben solcuyum, komünistim, anarşistim diyen birçok kişinin, örgütün herhangi bir olaya tepki verişinde, bir dudak büküşünde, bir jestindeki seçkinci, katı tavrı görmemek mümkün değil. herkes gördüğünü yani büyüyen bir güç olmayı istiyor. hem herkesin yaratabilmesini, doğasının potansiyellerine ulaşmasını isteyip hem özgür bir politika geliştirmeye direnmek neyin nesidir acaba. istemek, isteğini ifade etmek de az bişiy değil elbette. ama işte! politik poetik yeni bir kapı açmak zor. zor çünkü konu gene bir merkezde toplanan, hükmeden, egemenlik kuran, sözünü dayatan güçle ilişkili. çünkü içten içe biliyoruz ki kim güçlü ise onun sözü geçerli oluyor. kim güçlü ise onun dünyaya bakışı, duyuşu yani estetiği egemen oluyor. hepiniz zaten sanatçısınız demek bedava. fakat maliyet bunun için çalışmaya başlandığında beliriyor. tekrarla: bunun için kendimizi yeniden örgütlememiz yahut örgütsüzleştirmemiz mi lazım. güç değil ‘güçsüzlüğün gücü’ mü lazım acaba. karşıtı olduğumuzu sandığımız şeyi üretmekten nasıl kurtulabiliriz. biraz buralara bakmak gerekiyor sanki. kendimizle ilişkimizi de buralardan yakalayabiliriz sanki. bireylik, öznelik, temsilcilik taslayışların bağrında hep devletin rijit mizacı var. bütün arzulayışlarımız gerçekten bize mi ait.
yaratıcı gücünün farkına varan biri, yaratacaktır değil mi. fakat ne yaratacaktır. güncel, tarihsel yaratımların bir benzerini yaratacaktır; okunabilir imgeler. yazar, şair ortak dilin dillerin, müzisyen ortak kullanılan ton, armoni, ezgi kalıplarının, ressam gene ortak görme biçimlerinin varyasyonlarını yaratacaktır, tertiplerini hazırlayacaktır vs.
gerçekte ben, kendim olan bişiy var mı. varsa niye bitürlü ortaya çıkamıyor. çıktığında da niye verili şeylere çok ama çok benziyor. onu saran kuşatan şey, şeyler neler. bu konuda bir metafor beliriyor. bir kıyı deneyimi. kıyı, suyla karanın sadece ayrıldığı değil birleştiği yerdir de. kafanı yana çevirdin mi deniz, diğer yana çevirdin mi karadır ama kıyı ikisi de değildir yahut ikisidir de. bu bakımdan herkes belli bir oranda bir kıyıdır. bu bakımdan kişisel bir deneyimde bile merkez merkezsizlik, devlet devletsizlik birbirine geçiyor. bu karşıtlığı bir kıyı olmayı, kıyı kalmayı göze alarak, hedefleyerek aşabiliriz gibi geliyor. bu metaforun pratikteki karşılığı ne peki. bitür kendiliğindenlik, olduğu gibilik, öylelik. ben kendimi ne kadar merkeziyetsiz kabul etsem, merkezin karşıtı olarak algılasam da bir merkezim. ağaç bir merkez hem de değil. ağaç havadır, sudur, topraktır, rüzgârdır, güneştir aynı zamanda. kuşlardır, kendisine yönelen tüm bakışlardır ve hepsinin içinde biriciktir, ağaçtır. yaratıcı gücünün farkına varan biri, yaratacaktır değil mi. fakat ne yaratacaktır. güncel, tarihsel yaratımların bir benzerini yaratacaktır; okunabilir imgeler. yazar, şair ortak dilin dillerin, müzisyen ortak kullanılan ton, armoni, ezgi kalıplarının, ressam gene ortak görme biçimlerinin varyasyonlarını yaratacaktır, tertiplerini hazırlayacaktır vs. kendine ve diğerine nasıl ulaşabilir ki başka. kıyıda deniz ne tam olarak denizdir, kara ne tam olarak karadır. kıyı, denizin ve karanın varyantıdır. kıyıyı alımlamak her zaman zor bişiy. duvar, eşik, kapı hem ayırır hem birleştirir. tenimiz bizi dıştan hem ayırır hem dışla birleştirir değil mi. özgür poetika bir kıyı deneyimi öyleyse. ancak bu poetik bakışla çakışan bir politika, bu nevi poetikaya yer açabilir. platon’un devlet’inde şaire ve şiire yüklediği fayda temelli misyondan kurtulunabilir; platon’un devlet’inden kurtulunabilinir. devlet karşıtlığı, devlet düşmanlığı ya da yaratma arzusu, tutkusu hiçbişiy ifade etmiyor. bunun nasıl, ne şekilde olacağı üzerine düşünmeden; poetik bir politika, politik bir poetika üzerine kafa patlatmadan merkezsizleşme mümkün görünmüyor. kendiliğindenlik, öylelik, kıyı olmaklık, oynama güdüsünü serbest bırakmak, varyasyonlar ürettiğinin bilincinde olmaklık demek ki bu bağlamda beklentisizlik, merkezsizlik, güçsüzlük, ereksizlik gerekiyor yaratmayı özgürleştirmek için. ereksiz olmak? maddi olayların ulvi, ideal erekleri olamayışı gibi, her şeyin kendiliğinden, kendini kurup bozan birer ereksiz mitos oluşu gibi yani. dağın, güneşin, bulutun onlara yüklediğimiz ereksellikle alakaları olmayışı gibi. dağın, güneşin, bulutun onlara verilmemiş, yüklenmemiş, kendilerinde içkin doğurgan anlamları var. maddenin saf bir olgu değil bir karışım, bir iç içe geçiş, bir zorunluklar ve özgürlükler yumağı olması gibi. belki güç, ereksizliğin gücüdür. velhasıl, özgür politikalar olmadan özgür poetikalar nasıl oluşturulabilir. iyi niyetle, mesela özgürlükçü bir niyetle olsa dahi, kendine ayrıcalık, kendine güç isteyenler nasıl özgür bir yaşam kurabilir. buralar hep çokomelli. hem de çok çokomelli.
Yayın Tarihi: 11/09/2024