İktidara içkin bir konumlanma biçimi olarak lütuf kültürü, bu toprakların en eski sosyal eğilimlerinden biridir. Denklik ilişkisini reddeden, kendisinden bir alt basamakta saydıklarının o statüde kalmasına ihtiyaç duyan, (varsa) kendisinden yukarda addettiğinin kısmi lütfuna açık bir denge halinde hayatı sürdürme biçimidir. Modern toplumda da devam eden bu eğilim, sosyalizm gibi dünyaya yeniden ve köklü bir biçimde yön verme çabasının içinde bulunanlarda dahi devam etmektedir.
Sömürge toplumunda politikanın, sanatsal ve fikirsel üretimin nasıl olduğuna ve nasıl olması gerektiğine dair bugüne kadar çok şey yazıldı, söylendi. Daha da söylenecek elbette. Hâkim ulusun aydınının da sömürgenin aydının da kendini lütfetme halleri, bu meselenin en neşter vurulası yeridir zannımca.
Lütuf nedir, kim, neden, ne şekilde eder?
Arapça “l-t-f” üç harfli kökünden gelen lütuf iyi muamele, bağış, bağışlama anlamına gelir.
Etimoloji kelimelerin köklerine, hangi dile ait olduklarına, ne zaman ortaya çıktıklarına, ses ve anlam bakımından geçirdikleri dönüşümlere dair bize bir çerçeve sunar. Ancak kelimelerin dokusu ve çağrışımsal yönleri, dilbilimin sınırlarını diğer sosyal bilimlere çekerek genişleten bambaşka bir mecradır.
Bir kendinden verme hali olarak lütuf, herhangi bir iyilik hali değildir. Karşılıksızlık makyajı altında mutlak surette takdir edilmeyi bekler.
Bir yönüyle eşitsizler arası simbiyotik bir ilişki biçimini ifade eder. Lütfeden kendi varlığı için lütfettiğinin varlığına, onun lütfedilecek konumda kalmasına mutlak surette ihtiyaç duyar. Karşısındakinin onunla denk hale gelmesini istemez. O zaman lütfedemez ve takdir edilemez çünkü.
Sadece lütfettiği değildir hitap ve motivasyon kitlesi. Üçüncü kişi ve kişilere de kendini duyurur ve eyleminin karşılığını bekler. “Bana bakın ve beni görün, şimdi şu anda önemli bir şey yapıyorum. Aslında bunu yapmak zorunda değilim ama yapıyorum. Hadi beni takdir edin!” der adeta.
Hem hâkim kimlik ve kültürün aydını açısından, hem de sömürgenin aydını, sanatçısı, siyasetçisi açısından. Sömürgenin ne olduğunu açık yüreklilikle söyleyebilmekle başlıyor her şey. Güney Afrika’nın, Vietnam’ın, Cezayir’in sömürgeliği tartışılmaz da işte mesele Kurdistan olunca değişir işin rengi. Kurdistan’ı cümle içinde kullandığı görülmez.
Orta Doğuluyuz, dünyanın şah damarıyız. Bilimin, sanatın, edebiyatın olduğu kadar her türlü muarazanın da beşiğiyiz. Kurumsal bir şekilde organize edilmiş iktidar olarak devlet, ilk defa bu topraklarda doğdu. İktidarı elde tutmanın ve ona karşı konumlanmanın yöntemleri de yine bu topraklardan yayılarak tarihin akışını yönlendirdi.
İktidara içkin bir konumlanma biçimi olarak lütuf kültürü, bu toprakların en eski sosyal eğilimlerinden biridir. Denklik ilişkisini reddeden, kendisinden bir alt basamakta saydıklarının o statüde kalmasına ihtiyaç duyan, (varsa) kendisinden yukarda addettiğinin kısmi lütfuna açık bir denge halinde hayatı sürdürme biçimidir. Modern toplumda da devam eden bu eğilim, sosyalizm gibi dünyaya yeniden ve köklü bir biçimde yön verme çabasının içinde bulunanlarda dahi devam etmektedir.
İnsanız, kendimizde var olduğunu kabul etmek istemediğimiz birçok sorunlu düşünce ve davranış biçimine sahibiz. Bunların bazılarının da biri bizi uyarana kadar farkında bile değiliz. Ama bu lütfetme meselesi öyle değil işte. Bile isteye bir durum bu. Sömürgeye bakış sorunsalında çok can sıkıcı bir yerde duruyor. Hem hâkim kimlik ve kültürün aydını açısından, hem de sömürgenin aydını, sanatçısı, siyasetçisi açısından.
Sömürgenin ne olduğunu açık yüreklilikle söyleyebilmekle başlıyor her şey. Güney Afrika’nın, Vietnam’ın, Cezayir’in sömürgeliği tartışılmaz da işte mesele Kurdistan olunca değişir işin rengi. Kurdistan’ı cümle içinde kullandığı görülmez. Gazze’nin çocukları her gün gündemindedir de ölmüş bedeni buzlukta saklanan 10 yaşındaki Cemile Çağırga’ya, 12 yaşında bedeninden 13 kurşun çıkartılan Uğur Kaymaz’a dair herhangi bir sözü yoktur. Ara ara Kürdün legal -buraya dikkat- siyasi temsilcileri saldırıya uğradığında, ceza aldığında adalet sistemini kınar. Payelerin bol dağıtıldığı ülkenin aydınıdır, siyasetçisidir, sendikacısıdır, akademisyenidir, yazarıdır. O da lütfunu dağıtır arada suya sabuna dokunmayan çıkışlar yaparak. Zamanlamayı da itina ile seçer, konu tükenmek üzereyken girer devreye. Aklıselim olarak. Liberal denmesi zoruna gider, çünkü alkışını bekliyordur o esnada. Kurduğu minik dirsek teması, gevelediği birkaç ima eleştiri almasına sebep olacaktır, bu büyük fedakarlığı için takdir bekler.
Başka bir kesim daha vardır ki onlar daha tehlikelidir. Her koşulda yanında hatta içinde gibi durur Kürdün, evet toprağı sömürgedir, evet ona yaşatılan zulümdür. Ama buna karşı böyle mücadele edilmez. Lütfeder ve her fırsatta doğrultu vererek “bakın” der, “yanlış yapıyorsunuz.” Saf tutar mesela Kürt’ün içinde.
Bir kısım da mesela Kürdü, Kürde yapılanı konuşur ama sadece kendisinin belirlediği çerçeve ve aralıklar dahilinde. Üniversitelerde kampüs ortamlarına şahit olanlar bilir, Kürdün derdi onlar için hep talidir. “Anlıyorum ama...” diye başlayan tiratları enternasyonalizme, Marksizme, Leninizme bağlanır. Bu kavramların önemini anlamaktan uzak Kürde lütfederek öncelik sıralaması yaparlar. Ezberden konuşurlar. Sınıf tahlilleri başlar. Emek sermaye çelişkisi anlatılır sanki buna itirazı varmış gibi Kürdün. Ama yevmiyesi kimliği yüzünden kırdırılanın, ailesi ile telefonda ana dili ile konuşurken sopalarla linç edilenin işçi olmasından bağımsız maruz kaldığı o ayrıma, o yaşam hakkı tanınmamasına gelince konu, derler ki “devrim olunca bu sorunlar çözülecektir zaten. Ara konulara takılıp esas meseleyi kaçırmamak gerekir.” Görev tamamlanmıştır şimdi. Gözleri dünyanın esas sorunlarına kapalı bir Kürt daha aydınlatılmıştır. Ah keşke kendi örgütlerine katabilseler bu kavgadan, polisten korkmayan gözü kara insanları. Ama işte biraz şeylerdir Kürtler... Şeydir yani bilirsiniz.
Şimdi dönelim içeriye. “Allah çarşına Pazar versin” dermiş eskiler. Bunca lütuf, eğer alıcısı olmasa, çarşısına Pazar bulmasa ihsan edilmez çünkü. Sömürgenin aydının, sanatçısının, siyasetçisinin de kendini kendi gerçeğine konumlandırma sorunu var. Onun da lütfedicisi var.
Başka bir kesim daha vardır ki onlar daha tehlikelidir. Her koşulda yanında hatta içinde gibi durur Kürdün, evet toprağı sömürgedir, evet ona yaşatılan zulümdür. Ama buna karşı böyle mücadele edilmez. Lütfeder ve her fırsatta doğrultu vererek “bakın” der, “yanlış yapıyorsunuz.” Saf tutar mesela Kürt’ün içinde. Makbul Kürt’ünü yaratır, onu idealize eder ve geri kalanların reflekslerini dahi tornadan geçirmeye çalışır. Hatırlayalım, geçtiğimiz süreçlerde Demirtaş’ın dönem dönem yaptığı çıkışlara dair tartışmalarda gördük en çok bu kesimin tutumunu. Alçakça ve haince edilen hakaretleri kastetmiyorum, buna dair alınacak tavır zaten nettir ama içerden biri hayal kırıklığıyla, esasında beklentisinden kaynaklı eleştiri yapınca Demirtaş’ı kendi insanından koruma tutumuna girenleri daha dün gibi hatırlamıyor muyuz? Kim kimden hangi saikle korunmaktaydı mesela? Yıllar önce şahit olduğum bir olaydı; iki kişi tartışırken uzaktan koşarak gelen üçüncü “Durun! Kavga etmeyin” diyerek birini kollarından tutmuştu. Ara bulucu gibi gelip kendisini saldırgan addederek elini kolunu tutan kişinin tavrından dolayı sinir krizi geçiren kişi “Ben onunla sadece tartışıyordum, o zaten benim arkadaşım” diyerek bağırmış, kendini ifade edememe hissiyle ağlamıştı. Hatırlayın, o süreçte bunu hissetmedik mi en çok? Ama yine en fazla onlar öfkelendi, lütfederek gösterdikleri duruşlara hak ettikleri kadar büyük alkış ve yaygara koparmadık diye.
Şimdi dönelim içeriye. “Allah çarşına Pazar versin” dermiş eskiler. Bunca lütuf, eğer alıcısı olmasa, çarşısına Pazar bulmasa ihsan edilmez çünkü. Sömürgenin aydının, sanatçısının, siyasetçisinin de kendini kendi gerçeğine konumlandırma sorunu var. Onun da lütfedicisi var.
Bir diğer kesimde önemli işler yaptıklarını kanıtlamak temel motivasyondur. Akademik başarı, sosyal statü, çalışılan kurumlar, ilişkiler ağı... Referans olmak, sözünü geçerli akçe kılmak için gereklidir tüm bunlar. Sürekli zamanlarını ne kadar önemli işlere vakfettiklerini göstermeye çalışırlar.
Bir kesim için Kürtlük otantik bir sosla pazarlanacak hikayelerin, yüzlerin ve seslerin toplamıdır. Ağlak dilleri vardır bu kesimin ve bir şekilde her konunun öznesi, her meselenin mağdurudurlar. Tahir Elçi suikast ile öldürülür ama bunların cinayete dair hüznü Tahir Elçi cinayetinden daha önemlidir. Günlerce sokaklarda hüzünle yürüyüşlerini anlatırlar. Herkesi tanıdıkları gibi Tahir Elçi’yi de tanıyorlardır, mutlaka onunla da bir anıları vardır. Başlarlar anlatmaya, dinledikçe görürsünüz ki meramları yine kendi hikayeleridir, Tahir Elçi sadece bir motiftir. Öyle bağlamından kopuk ele alırlar ki her şeyi… Mesela insan nasıl bir suikast ile katledildiğini bilmese trafik kazasında ölmüş sanabilir Tahir Elçi’yi. O gün ne için orada olduğu, neyle tehdit edilip nasıl hedef gösterildiği yoktur yazılarında, şiirlerinde, şarkılarında, basına ve kamuoyuna yaptıkları açıklamalarında. Kendilerini lütfettikleri Kürtlerdir ancak Beyaz Türklerdir kabul ve onay görme kitleleri. Zılgıt yedikçe kendi toplumunun yaptıkları şovları yemeyenlerinden, bu sefer anlaşılamayan bir deha rolüne girerler. Onlar bu halka zaten fazladırlar.
Bir kesim de mesela göklerden halkına lütfedilmiş modern zaman havarileri edasıyla yazar, çizer, konuşur. Her konuda söyleyecek bir sözleri vardır. Yaşanacak her şeyi zaten önceden tahmin etmişlerdir. Verecek doğrultuları asla bitmez. Peki ne yapıyorlar diye biraz daha yakından bakarsınız, çoğu hayatlarını garantiye almış iş güç sahibi insanlardır. Hiçbir kritik süreçte sokaklarda göremezsiniz onları, zaten kendilerini hiçbir zaman riske atmazlar, devletle doğrudan karşı karşıya asla gelmezler. Çoğunun sicili tertemizdir, haklarında açılmış tek bir soruşturma, trafik cezası dışında aldıkları tek bir ceza yoktur ama öyle bir dilleri vardır ki meydan savaşı öncesi askerlerine hitap eden komutanlar yanlarında vasıfsız kalır.
Bir diğer kesimde önemli işler yaptıklarını kanıtlamak temel motivasyondur. Akademik başarı, sosyal statü, çalışılan kurumlar, ilişkiler ağı... Referans olmak, sözünü geçerli akçe kılmak için gereklidir tüm bunlar. Sürekli zamanlarını ne kadar önemli işlere vakfettiklerini göstermeye çalışırlar. Sicilleri genelde temizdir çünkü onları bir basın açıklamasında bile göremezsiniz. O gün mesela kıyamet kopmuştur ama tek bir cümle kurmazlar yaşananlara dair. Uğraştıkları büyük şeylerin yanında gündemsel ve basit kalır böyle şeyler. Kendilerini, tenzih ettikleri o topluma bir başka sürüm ile lütfederler. Bu nokta itibariyle kendilerinden alabildiğine razıdırlar. Birbirlerini koruyup kollayan ilişkiler ağı kurarlar. Bazıları anadil hakimiyetlerini hayatlarındaki diğer vasatlıkları, duruş ve refleks eksikliklerini kapatmada bir kalkan gibi kullanırlar. Çeşitlendirilebilir elbette lütfetmenin halleri. Ama bu zeminin bir türlü kurumadığı gerçeği dağ gibi duruyor önümüzde.
Yayın Tarihi: 15/09/2024