Kürt düğünlerini “denetim altında yaptırmak” isteyen, Kürt dilini karikatür tiplerle doldurduğu televizyon kanalı dışında konuşturmamak için her şeyi yapan, Kürt kadınların mücadelesine ve kadın kazanımlarına saldıran, “Jin, jiyan, azadî” söylemini kriminalize eden, sonra da alanlarda “Türk, Kürt, Arap, Zaza, Laz, Çerkez, Sünni, Alevi, hepimiz bu topraklar üzerinde biriz, beraberiz, kardeşiz" diye yalanlar söyleyen bu ulus devlet aklının her koldan bir planı var.
Kültür ya da ekin, bilinen en geniş tanımıyla tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her şeyin aktarımı ve kullanımı. Kürtçede “çand.” Toprağı ekerken kullanılan sözcük ile aynı. Köklerinin derinliğinden verdiği filize, onu en doğru tanımlayan kelime bu olabilir. Toprağın derinine vurulan her çapa darbesi üzerinde bir yaşam filizlendirdi. İnsan ve doğa iş birliği bu temeli güçlendirdi ve yaşamı, kültürü oluşturdu.
Öğretenlerin dediği gibi, “elinizde tuttuğunuz çataldan toprağa vurduğunuz çapaya, çizdiğiniz resimden yazdığınız yazıya, her şey kültürdür.” Yani kısaca yaşamın tümü, benliğin tamamı, kimliğin inşa sürecinin tüm aşamalarıdır.
Kimlik ise psikolojiden biyolojiye, sosyolojiden felsefeye birçok tanımı yapılmış, özünde “ben olma, ait olma halini” ifade eden olgudur. Kürtçesi “nasname.” Anlamı “adını bilmek/tanımak”la ilişkilendirilebilir. Dört parçaya bölünmüş Kurdistan coğrafyasında söylenmesi yasaklanmış, yaşaması cezalandırılmış bir Kürtlük hali için yine yerinde bir ifade.
Kendinden olmayanı, farklı olanı hep “kurtarmaya çalışan” bu hayalet, hala aramızda dolaşıyor. Bugün, asimilasyon politikaları her zamanki sinsi ilerleyişinden arındırılmış bir halde, artık açık açık, hedefine koyduğunu işaret ederek uygulanır halde.
Bakur’da 100 yıldır asimilasyon politikaları mümkün olan her yolla yürütülüyor. Şark Islahat Planı, gizli “iskana tabi tutulanların Türkleştirilmesi” genelgeleri bunun ilk adımlarındandı. Dün belgelere “yabancı lehçe” olarak geçirilen dil, bugün Meclis’te hala “bilinmeyen dil” olarak geçiyor. Dün bu belgelerde geçen “Kürt köylülerini civardaki Türk köylerine dağıtmak” amacı, bugün ekonomik ve siyasi sebeplerle insanları göçe zorlayarak güdülüyor. Resmî kurumlarda Kürtçe hala yasak, anadilinde hizmet birkaç göstermelik alan dışında yok sayılıyor. Hatta Kürtçe, “Pêşî peya” örneğinde olduğu gibi, gerçek anlamıyla kamusal alandan silinmek isteniyor.
Yıllarca Türk olmayan çocukların varlığı, milliyetçi hezeyanlarla “Türk varlığına armağan edildi.” Tek kelime Türkçe bilmeyen Kürt çocuklarına, anadilinde eğitim yasaklandı. Köy isimleri değiştirildi, aile isimleri değiştirildi, soyadı kanunu ile birçok Kürt aile “Öztürk, Bozkurt, Türk, Türkoğlu...” oldu.
Her konuda olduğu gibi bu asimilasyon politikalarında da kadınlar özel olarak ele alındı. Belgelerde “özellikle kadınlar arasında Türkçenin yaygınlaşmasına çalışmak; Türk kızlarının Türkçe konuşmayanlarla evlendirilmesini teşvik etmek” gibi ibareler direkt olarak geçerken Dersim’in kayıp kızlarına benzer birçok hikâye tarihimizdeki yerini aldı. Bugün hala okuldan sokağa, televizyondan meclise parmak sallayan otoriter figürler, karakterinden hiçbir şey kaybetmedi. Kendinden olmayanı, farklı olanı hep “kurtarmaya çalışan” bu hayalet, hala aramızda dolaşıyor.
Örgütlülük, yalnızca siyasi bir duruş değil, aynı zamanda kültürel bir bilinçlenmeyi de içermeli. Bu boyutta kısa vadede yerel yönetimler, belediyeler üzerinden yürütülen kültürel politikaların uzun vade için kalıcı alternatiflerini üretmek zorundayız. Kürtlük toprağının ekinini korumak tarihsel sorumluluğumuz.
Ve bugün, asimilasyon politikaları her zamanki sinsi ilerleyişinden arındırılmış bir halde, artık açık açık, hedefine koyduğunu işaret ederek uygulanır halde. Koca bir kültürün düğününden kıyafetine, sporundan trafik yazılamasına kadar akla gelebilecek her alanda saldırıya maruz bırakılması, aslında 100 yıldır sürdürülen politikalara rağmen asimilasyonun tamamlanamamasına dair egemen öfkesinin yansımasıdır. Bugün yaşanan, ezberci ve dayatmacı eğitim sistemine rağmen, kalıplara sokulmuş medyaya rağmen kendi gerçekliğini tanıyan ve kendi yolunu çizen bir halka karşı duyulan korkunun açık itirafıdır.
Bu aşamada saldırıların süreceği aşikar. Kürt düğünlerini “denetim altında yaptırmak” isteyen, Kürt dilini karikatür tiplerle doldurduğu televizyon kanalı dışında konuşturmamak için her şeyi yapan, Kürt kadınların mücadelesine ve kadın kazanımlarına saldıran, “Jin, jiyan, azadî” söylemini kriminalize eden, sonra da alanlarda “Türk, Kürt, Arap, Zaza, Laz, Çerkez, Sünni, Alevi, hepimiz bu topraklar üzerinde biriz, beraberiz, kardeşiz" diye yalanlar söyleyen bu ulus devlet aklının her koldan bir planı var.
Bu planların önüne geçmenin bizim açımızdan birçok yolu var. Ancak ilk yol örgütlülük. Kürt kültürünün ve dilinin yaşatılması, geleceğe aktarılması için her bireyin aktif rol alması elzem. Bu örgütlülük, yalnızca siyasi bir duruş değil, aynı zamanda kültürel bir bilinçlenmeyi de içermeli. Bu boyutta kısa vadede yerel yönetimler, belediyeler üzerinden yürütülen kültür politikalarının uzun vade için kalıcı alternatiflerini üretmek zorundayız. Kürtlük toprağının ekinini korumak bizim tarihsel sorumluluğumuz. Öncelikli olarak ise Kürtçe eğitimi yaygınlaştırmak ve dilin her alanda kullanılmasını teşvik etmek için toplumsal bilinçlendirme kampanyaları düzenlemeliyiz. Kürtçe kursları, çocuk kitapları, dijital platformlar ve medya üzerinden dilin korunması adına çalışmalarımızı çoğaltmalı ve yaygınlaştırmalıyız. Özellikle çocukların, önceki pratiklerimizden gördüğümüz üzere anadilinde eğitimle nasıl daha özgüvenli, öğrenmeye açık ve sosyalleşmede sorun yaşamayan bireylere dönüştüğünü gerekirse tek tek örnekleyerek anlatmak gerek. Yaşama karıştığında zorlanmaması adına Türkçe konuşularak büyütülen çocukların yaşayacağı kimlik karmaşasını ve hissedeceği eksikliği anlatmak gerek. Kürt kültürünü ve mücadelesini doğru bir şekilde temsil eden medya organlarını desteklemeliyiz. Kendi evimizden başladığımız örgütlenmenin ilk adımı asimilasyona hizmet eden kanalları izlememek olmalı. Bu aynı zamanda özel savaşa ve asimilasyona karşı net bir tavırdır. Bu çözüm önerileri, örgütlü bir kültürel direnişin sadece ilk adımlarıdır. Toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla bu mücadele, Kürt halkının kültürel varlığını koruması ve kendini özgürce ifade edebilmesi için gerekli zemini oluşturacaktır. Örgütlülük, sadece bir savunma mekanizması değil, aynı zamanda geleceğe umutla bakan bir halkın inşaya geçiş aşamasıdır.
Yayın Tarihi: 16/09/2024