Özgürlük mücadelemizi de yakından ilgilendiren 16. yy’daki Kürt ve Osmanlı ilişkisi, dönem beylikleri ve sembol karakteri olan İdris-i Bitlisî’nin geliştirdiği staratejik itifaka yöneltilen ‘ihanet’ ve ‘işbirlikçilik’ eleştirisi tekrardan değerlendirilmesi gereken önemli konulardan biri olmaktadır.
Modernitenin bilgi yapısı her alanda olduğu gibi toplumsal tarihi de müphem bir alana dönüştürmüştür. Toplumun kimliğini ifade eden tarih iktidarın çıkar ve sermaye amaçlı tarih öyküsüne çevrilmiştir. Avrupa modern bilgi yapısı ulus-devletle birlikte serbest piyasa ve modern kurumları ilerici tanımlarken, modern öncesi toplumsal kurum formlarının tamamını yadsır. Bu bakış açısı, Ortadoğu toplumunun Oryantalist bir yaklaşımla tanınmasına olduğu gibi sirayet etmiştir. Modern bilgi yapısı, Füruğ Ferruhzad’ın deyimiyle, perdenin asılmasıyla bizden çalınan gökyüzü misali toplumsal hakikati bizden çalmıştır. Kuşkusuz tarihin üzerine asılan bu perdenin tek amacı ahlaki politik toplum geleneğini görünmez kılmaktır. Gerçek tarihin inkarıyla toplum da inkar edilmiş olur ve toplumun çoğulcu, demokratik, komünal ahlaki politik yapısı, onun her tür ilişki biçimi ya tarih dışına atılır ya da gerici addedilerek yok sayılır.
Bu temel tespitler ışığında bizler açısından temel soru tarihi bir olguyu değerlendirme ölçüsünün ne olduğu ve ne olması gerektiğidir. Bu husus, tarih bilincimizi yönlendiren temel husus olacaktır. Bu noktada Abdullah Öcalan, kapitalist modernitenin tarih anlayışını reddederek tarihsel olayların incelenmesinde asıl ölçünün toplumun ahlaki politik gerçeği olduğunu ortaya koydu. Çünkü toplumsal tarihin %98’i ahlaki politik karakterdedir. Bunu görmemek bütün bir toplumsal tarihi iktidar ve sermaye gruplarına kurban etmek olacaktır. Bu durum hakikati yansıtmayacağı gibi, tarihin toplum üzerine kurulu tekelci yapıların eseri olarak görülmesini beraberinde getirecektir. Abdullah Öcalan bu noktada Demokratik Uygarlık sisteminin tarih anlayışını geliştirdi demek yanlış olmaz. Bu tarih anlayışı ve felsefesine göre tarihi olgular modern zamanın “ilerici” olarak kabul edilen düşünce yapısına, toplumsal form ve yapılarına göre ele alınmaz. Söz gelimi ulus-devletin temel bir doğru ve ileri bir form olduğu ön kabulüyle modern öncesi ulusal birliği olmayan komün, kabile yapıları "geri" görülemez. Toplumsal özneler ve tarihin yaratıcılarına da aynı bakış açısıyla bakılamaz. Her tarihi olayı kendi döneminin koşulları ve sosyo-külütrel yapısı göz önünde bulundurarak ve tarihi olay ve olguları ahlaki politik toplum ölçülerine vurarak değerlendirir. Tarihin bu temelde ele alınması özellikle modern tarih arayışının gerici olarak tanımladığı toplumsal grup, yapı, kesim ve hareketlerin hak ettiği gerçek konuma erişmesini sağlamıştır.
Kurdistan tarihinin bu ölçü esas alınarak irdelenmesi (özellikle bazı tarihi kavşaklarda) toplumsal hakikate duyulan saygı gereği son derece önemlidir. Bu temelde özgürlük mücadelemizi de yakından ilgilendiren 16. yy’daki Kürt ve Osmanlı ilişkisi, dönem beylikleri ve sembol karakteri olan İdris-i Bitlisî’nin geliştirdiği staratejik itifaka yöneltilen ‘ihanet’ ve ‘işbirlikçilik’ eleştirisi tekrardan değerlendirilmesi gereken önemli konulardan biri olmaktadır.
Kurdistan’ın 16. yy’da sosyal, siyasal ve ekonomik durumu ve bölgenin iki hegemonik gücü olan Safevi ve Osmanlı imparatorluklarının Kürtlere ilişkin siyasetini kısaca belirtmek konuya ışık tutacaktır: Kürt Beylikleri’nin 16. yy’da geliştirdiği Kürt-Türk ilişkisi, 10. ve 11. yy’da Sultan Alparslan'la geliştirilen stratejinin devamıdır. Dönemin Bizansında Araplar Doğu ve Kuzey sınırına yönelik yok etme tehdidinde bulunuyordu. Buna karşı daha sonra kavimler şeklinde batıyı yurt edinmeye çalışan Türk boylarıyla Kürtler arasında bir nevi ‘Mezopotamya ve Anadolu’ ittifakı geliştirildi.
Safevilerin siyasal ve toplumsal yapısının Kürtlerin kimlik ve varlığına ilişkin tutumunu özetleyen üç temel olgu vardı:
1- Şii mezhebinin ilk defa devlet merkez ideolojisi haline gelmesi
2- Safevilerin Fars milliyetçiliğiyle yarattığı siyasallık ve toplumsallaştırma
3- Kürtlere karşı Türkmen ve Acemlerle geliştirilen ittifak.
Unutulmamalıdır ki, 11. yy’da Kurdistan, iki hegemon güç olan Bizans ve Arapların savaş meydanıdır. Bu savaşların tek kaybedeni Kürtlerdir. Bu durumun son bulması için arayışa giren Kürtler, Kurdistan ve Anadolu kapılarını aralamak isteyen Alparslan'la bir ittifak geliştirildi. Her iki taraf da buna mecburdu. Abdullah Öcalan, Kürtleri ittifaka zorlayan etkilerini “ister kabile aşiretler olarak varlık bulsunlar, ister kavim olarak varlık kazansınlar, Kürtler dıştan kaynaklı ve her dem iç uzantıları bulunan olumsuz sonuçlar doğurucu güçlerin farkındaydılar” ifadeleriyle belirtir. Bu temelde kurulan ittifak etrafında şekillenen strateji, Malazgirt Meydan Savaşı'yla ortak savunma geliştirdi. Abdullah Öcalan, “Malazgirt Savaşı'nı doğru çözümlediğimizde Kürt-Türk ilişkisindeki temel stratejik mantık da anlaşılacaktır” derken iki toplumun ilişkisinin bir stratejik ittifakta yattığına dikkat çekiyor. Bu temelde 16.yy’da şekillenen ittifak koşulları 11.yy’la da benzerdir. Osmanlı İmparatorluğu için tehlike arz eden Safeviler her geçen gün daha da güçlenmekteydi. Safevi sömürgeciliği Kurdistan’ın birçok sancağını tasfiye etmiş, Bitlis ve Amed’e sancaklarını savaşla hükmü altına almıştır. Kürtlerin savaş halini diplomatik yollarla çözme arayışıyla Şah İsmail sarayına gönderdikleri sancak beyleri sarayda rehin alınmış, her biri bölgelerinde kral statüsünde olan Beylerin yüz yüze kaldığı işkence ve onur kırıcı muamele Safevilerle tüm ipleri koparmıştı. Şah İsmail öncülüğündeki Safeviler, imhaya dayalı imparatorluk politikasının siyasi ve ideolojik alt yapısını oluşturmuşlardır. Safevilerin siyasal ve toplumsal yapısının Kürtlerin kimlik ve varlığına ilişkin tutumunu özetleyen üç temel olgu vardı:
1- Şii mezhebinin ilk defa devlet merkez ideolojisi haline gelmesi
2- Safevilerin Fars milliyetçiliğiyle yarattığı siyasallık ve toplumsallaştırma
3- Kürtlere karşı Türkmen ve Acemlerle geliştirilen ittifak.
Sonuç itibariyle Kürtlere karşı ilan-ı harb dönemi başlamıştı. Bu duruma karşılık Kürtler, Osmanlı'nın sömürgeci karakterinin farkında olsa da İstanbul'un fethiyle eli rahatlayan imparatorluğun enerjisini doğuya akıtacağını biliyorlardı. Beylikler, gelişecek yeni savaşın tekrar kaybedeni olmamak için tüm sancakların vekili olarak seçtikleri İdris-i Bitlisî adına ortak bir kararla Yavuz Sultan Selim'e mektup gönderir. Safevilerin coğrafyada merkezi hegemon güç olma çabası Osmanlıları da Kürtlerin ittifak teklifini kabul etmeye zorlamıştır. Osmanlının fırsat bulunca Safevilerden bir farkı olmayacağının bilinci ile Beyliklerin ittifak çerçevesinde garantiye aldığı ilk şey sancakların özerkliğidir. Osmanlı sultanının fermanında 10 maddelik anlaşma içeriği bu temele dayanır.
Kürtler ve Osmanlının bu ortak staratejisi üzerine Abdullah Öcalan, tarihin derinliklerine uzanan Hitit-Mittani (M.Ö. 1600’ler) ilişkisinden beri Anadolu ve Mezopotamya’daki güçler arasında benzer bir stratejinin işlediğine dikkat çeker. Devamında “Kürtlerin Türk kavimleri, beylik, sultanlık ve boylarıyla kurduğu ilişkinin mahiyeti doğru kavranmadan her iki toplumun varoluş tarihleri doğru yazılmayacaktır. Kürtlerin Türklerle ilişkilerinde varlıkları asimilasyonla ya da askeri zorla tehdit altına girsin diye değil, varlıklarını birlikte daha güçlü korumak ve geliştirmek için bu stratejiyi benimsediklerini iyi anlamak gerekir” diyerek iki toplumun ilişkilerindeki zorunluluğa dikkat çekmiştir.
Türk sultanlarıyla Kürt Beyliklerin ittifakında Kürtler ne kandırılmış ne de iradelerini teslim etmişlerdir. İki tarafın da kazançlı çıktığı bu stratejik ittifak, özellikle Kürtler açısından tarihine az rastlanır uzun süreli bir siyasi, askeri ve diplomasi çalışmasını ifade eder; 1071’den 16. yy’a kadar kendini sürdüren ve daha sonra ilk Cumhuriyet kuruluşunda tekrarlanacak varlık mücadelesinin bir nevi ana paradigmasını oluşturmuştur. Bu durum Med’lerin 300 yıllık özgürlük direnişinin daha çok diplomasi ağırlıklı mücadelesinin tekrarı gibidir. 16. yy’da iki hegemonik imparatorluk arasında kalmış Kurdistan'ın idari yapısı birçok yönüyle bugünün özerk yapılarına benzemekteydi. Sancakların öz savunma ve varlıklarını geliştirme temelinde gerçekleşen ittifakları imparatorluk ve krallıkların merkezine bağlanmayı amaçlamamıştır. Çünkü her iki yapının da özgürlüğü kısıtlayıcı olduğunun farkındaydılar.
Yavuz Sultan Selim, İdris-i Bitlisî’ye boş kağıt vererek tüm sancakların belirleyeceği bir beylerbeyi seçmelerini ister. Amaç İstanbul'a bağlı bir valilik sistemini Kurdistan'da da hakim kılmaktı. Bu valinin saraya yakın biri olacağı kesindi. Abdullah Öcalan Kürtlerin toplumsal gelişimi ve sancakların neden özerklikte ısrar ettiği hususunu şöyle açıklar; “Arap, Fars ve Türk fetihleri başta olmak üzere egemen güçlerin tüm kavimsel fetihçiliğine sömürgeciliğine ve asimilasyonculuğuna rağmen Orta Çağ’da Kürt orijinlerinin toplumsallaşması gelişme halindeydi. Hem kavimsel hem cemaatsal toplum kendisini kavim toplum doğrultusunda geliştiriyordu. (…) Denilebilir ki Kürt toplumu Orta Çağ'ı kat ederken çağın birçok toplumunun ilerisindeydi. Yaşadığı sorunlara benzer ölçüde yapılar geliştiriliyordu, hatta sorunların çözümünde birçok topluma öncülük de ediyordu. Fetihlerin tüm saldırganlıklarına tecavüz, istila ve sömürgeciliklerine rağmen toplum öz savunması ve kendini özgür yaşatma mücadelesini aralıksız sürdürüyordu. Böylelikle ciddi bir varlık sorunu ve benzerlerinden epeyce farklılaşmış bir kölelik söz konusu değildi.”
Bu noktada 19. yy’ın başlarına kadar Kurdistan halkının komşu halklarla geliştirdiği her bir ilişki ve ittifakta neyi talep ettikleri hususu son derece önemli bir konu olarak önümüzde durmaktadır. Kürtler, dönemin saltanat rejimlerini arzulamadıklarından bir otorite fırsatı olan beylerbeyliğini (merkeze bağlı siyasi ve askeri bir sistem olduğundan, modern dönemin ulus devletini çağrıştırmaktadır) elinin tersiyle öteliyorlardı. Bu öteleme Kürtlerin bağımsızlık konusundaki ısrarı ve bu ısrarın sürekliliğini ifade ediyordu. Bunun sonucunda Kanuni'nin Kürt beylikleriyle yaptığı 10 maddelik anlaşma metninin içeriği, bağımsızlığın garanti altına alınmasına dönük bir kazanım yarattı. Bu kazanımın en önemli ayakları olan 1, 6 ve 9. maddeleri şöyledir:
1. Madde: Kurdistan Beylerinin eskiden beri ellerinde ve tasarrufunda olan asırlardan beri hakim oldukları şehir, kale ve sanacaklar kendilerine temlik suretiyle tevcih edilmiştir. Sancak beylerin her birine temliknameleri yazılarak beratları verilmiştir.
6. Madde: Sancak beylerinden herhangi birisi öldüğünde eyaleti kaldırmayıp bütün hududu ile temliknameyi hümayunun gereği sancağın tamamı oğluna verilecektir. Şayet birden fazla oğlu varsa sancakları arasında eşit bir şekilde paylaştırılacaktır. Veyahut kendileri istedikleri şekilde tasaruf edecekleridir.
9. Madde: […] Benden sonra evlatlarıma emrim ve vasiyetim şu dur ki; Kürt beyleriyle yapmış olduğum bu anlaşma metnine sadık kalıp buna göre amel etmelerini ve bu hususta vaki olan emirlerimi bozmayıp babam Yavuz Sultan Selim'in döneminden süregelen adete riayet edip ona göre emel ediniz. Kürt beyleriyle yapmış olduğum bu sözleşmeye, her kim ki bu emrime muhalefet edip düşmanlık beslerse hesabının verilmesi en zor olan hesap gününde mücrimlerden, günahkarlardan ve zalimlerden olmalarını Allaha niyaz eylerim.”
Beyliklerin stratejik olarak varlıklarını koruma ve geliştirme noktasında elde ettiği başarı, 21. yy’da yürütülen özgürlük mücadelesi için son derece önemlidir. Bu başarı bir nevi sancakların diyalogla ortak karar alma meclisinin ürünüdür.
Bu temelde sonuçlanan anlaşma devlet dışı siyaset ve diplomasine, hatta devletin sınırlanması stratejisine önemli tarihsel bir örnektir. Bu noktada imparatorluk gibi bir devin dikkatlerini üzerine çekmeden beylerbeyi talebine ret cevabı verilmiş, 10 maddelik anlaşmada sultan, vasi ve hanedanına anlaşmaya bağlı kalmaları için tembihler dizmiştir.
Tekrar belirtmek gerekirse Beyliklerin stratejik olarak varlıklarını koruma ve geliştirme noktasında elde ettiği başarı, 21. yy’da yürütülen özgürlük mücadelesi için son derece önemlidir. Bu başarı bir nevi sancakların diyalogla ortak karar alma meclisinin ürünüdür.
Kurdistan ilk parçalanmayı farklı mezhepler temelinde, ideolojik olarak yaşamıştır. Kürtlerin mezhepsel temelde parçalanması katliamlara kurban edilmesine neden olmuştur. Bu tarihsel örnekten dolayıdır ki Abdullah Öcalan, Kürtler için en ölümcül savaşın mezhep savaşı olduğunu ifade eder.
16.yy’ın toplumsal ve tarihsel hakikati, yazının başında da belirtildiği gibi 19. yy’ın Avrupa Modern bilgi tarzıyla anlaşılamaz. Bu nedenle devlet ve iktidar gruplarının tek özne olduğu tarih, gerçek tarihsel kişilik ve öncüleri değersizleştirmeye çalışır. Bu anlamda Kurdistan tarihi "başı bozukluk", "yağmacı", "çetecilik" vb. tanımlamalarla okuyuculara sunulmuştur. Yani masamızda yasallıktan uzak bir toplum var. Kürtler egemenin tarihinde 'zanlı' kavramıyla, yani suç işleme potansiyeline sahip bir topluluk olarak tanımlanmaktadır. Bu noktada İdris-i Bitlisî'ye belirli ön kabullerle "kâğıda neden birinin ismini yazamadı, neden birini seçemediler?’ noktasında gelişen eleştiriler haklı olsa da onları ‘hain’, ‘işbirlikçi’ olarak tanımlamak, kendi tarihimizi kendi elimizle erozyona uğratmaktır. Kuşkusuz ulusal birliği sağlamama anlamında çok ciddi eksiklikler vardır. Beylikler yer yer sadece kendi iktidarı temelinde yaklaşmışlardır, iktidarların devamını esas almışlardır. Bu noktada güçleri de vardır. Fakat şu da bir gerçekliktir ki 16 yy’ın ulusal birlik faktörü bugünün ulusal birliğiyle aynı değildir; Kurdistan'ın idari yapısı beylikler şeklinde, birkaç aşiretten oluşan ortak çatıdır. Her beylik kendi bölgelerini diğer beyliklerden savunurken diğer yandan beyliklerle sıkı ilişki içindedir. Aslında burada iç idari yapısının birliği mevcuttur. Fakat dikkat edilirse dönemin ulusal birliği din ve mezhepsel karakterdedir. Diğer bir deyişle ideolojiktir. Kurdistan bu anlamda ilk parçalanmayı farklı mezhepler temelinde, ideolojik olarak yaşamıştır. Kürtlerin mezhepsel temelde parçalanması katliamlara kurban edilmesine neden olmuştur. Bu tarihsel örnekten dolayıdır ki Abdullah Öcalan, Kürtler için en ölümcül savaşın mezhep savaşı olduğunu ifade eder. Bu temelde beyliklerin ısrarla bağımsız veya özerk kalma çabaları her geçen gün daha fazla anlam kazanırken, eleştirilmesi gereken konuları da beraberinde getirmektedir. 1639 Kasr-ı Şirin anlaşmasının temelinde bu parçalanma yatmaktadır.
Kasr-ı Şirin Antlaşması
Kurdistan tarihinin 16. yy. ittifak süreci, Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği paradigma temelinde devam etmektedir. Şah İsmail sarayındaki diplomasi girişimleri, bunlar başarısız olunca benzer bir yöntemde Osmanlılarla geliştirilen ittifak, aslında imparatorlukların sömürge karakterini sınırlandırma amaçlıdır. İttifak kavramı bu dengeye dikkat çeker. Gelişen/geliştirilen ittifak imparatorlukların sömürgeci karakterini ortadan kaldırmaz. Bu durum özgürlük mücadelemiz açısından konunun öneminden bahsederken ilk başta beylik ve İdris-i Bitlisî’nin amacı iyi anlaşılmadan 21.yy kapitalist sömürü projesi olan ulus-devlet ve hegemonik güçlerle geliştirilen stratejik ve taktiksel hamleler de anlaşılmaz. Tarihsel gelişmeleri dar-dogmatik ve klasik rasyonel tarih anlayışlı ideolojik çevrelerin, gelişen ittifaklara karşı şimdiden köpürmesi, toplumsal tarihin maruz kaldığı saldırıları tekrarlamak anlamına gelmektedir.
Abdullah Öcalan Kurdistan beylerinin ve özelde İdris-i Bitlisî’nin yaklaşımının altında yatan sosyo-kültürel ve siyasal boyutuna eğilerek sentez tarzında hakikati şöyle açıklamaktadır; “[Beyliklerin] Osmanlı iktidar sisteminde kendine özgü bir konumlanışları vardı. Kürt beylikleri belki kendi aralarından çıkarabilecekleri bir beylerbeyiyle daha çok bağımsız olabilirler, gelecekte daha merkezi bir saltanat geliştirebilirlerdi. Ama unutmamak gerekir ki, dönemin koşulları çok sayıda saltanat rejiminden ziyade, birçok hegemonik güce dayalı iktidar sistemlerini gerekli kılıyordu. Dönemin statükosu kendini bu tarzda inşa ediyordu. Bağımsız krallıklar kural değil istisnaydı. Dolayısıyla İdris-i Bitlisî önderliğinde gelişen ittifak çalışmaları dönemine uygun ve başarılıdır. Sakıncası sonradan ortaya çıkacak olumlu ve olumsuz koşulları hesaba katmaması, konjonktürel kalmasıdır. İdris-i Bitlisi’nin konumu, 19. yüzyılda beylik sisteminin çöküşü sonrasında içine girilen tehlikeli işbirlikçilikle karşılaştırılamaz. Bu tarz bir karşılaştırma, dönemsel koşulları hesaba katmayan, dönemleri birbirine karıştıran hatalı bir analojiye dayanır.”
İdris-i Bitlisî
Sonuç olarak, rasyonel akılcılığa dayalı tarih anlayışının devletle sonuçlanmayan her bir tarihi gerici, ilkel birer ayaklanma ve çaba olarak görmesi, Kurdistan tarihi açısından iki noktada büyük tehlike arz etmektedir; Birincisi, direniş tarihini bilerek kişilerin ihanetiyle tüm toplumu özdeşleyerek, yenilgiye uğramış bir tarih anlayışını dayatıp toplumu teslim almak. İkinci husus ise tarihten neyi talep ettiğimiz noktasındaki paradokstur. Bu paradokslar bir yandan kapitalist modernitenin sömürgeci karakterini temsil eden devleti mahkûm edip devletsizliği savunurken, diğer yandan beyliklerin neden krallık benzeri kurumsallaşmaya gitmediğini mahkûm eder ve biraz daha ileri giderek bu tercihi yapanları hainlik ve işbirlikçilikle suçlar. Tarihsel dönemler ‘Biz tarihin başlangıcında, tarih günümüzde gizli’ temel anlayışıyla yaklaşılmadığı sürece 21. yy’ın özgürlük mücadelesinin başta dünya halklarıyla olmak üzere dört parçadaki egemen devletlerle kurduğu ilişki ve ittifakın da anlaşılması zor olacaktır.
*Kandıra T Tipi Kapalı Cezaevi
Yararlanılan kaynaklar:
1- Osmanlı Arşivi Belgeleriyel Şex Ubeydullah, Hüseyin Siyabend Aytemur
2- Kürdistan Tarihi, Ethem Xemgin
Yayın Tarihi: 17/10/2024