Bürokrasi, biçimseli içerik, içeriği biçimsel sanmaya mahkûm oluyor. Devletin erekleri bürokrasinin erekleri ve bürokrasinin erekleri de devletin erekleri durumuna dönüşüyor. Bürokrasi, kimsenin içinden kaçamayacağı bir daire oluşturuyor. Bürokrasinin hiyerarşisi, bilginin hiyerarşisi durumuna geliyor.
Otoportre, Kafka
Bir ilk not: Yazı bürokrasiyi örneklendirse de bürokrasi konu olarak illa da şart değildir. Burada Adorno vasıtasıyla dile getirilenler kolaylıkla başka bir motif üzerinden de dile getirilebilirdi. Konu olarak, bürokrasinin yerine örneğin sosyalizm, perspektif veya basitlik de seçilebilirdi.
I.
Bu yazı Marx’ı, Kafka’yı, Adorno ve Lukacs’ı karşılaştıran, yan yana getiren ve ayrıştıran motiflerden ibarettir. Yazı, Kafka estetiğine Adorno’nun (hakikat içeriği dediği) bir meselin ya da herhangi bir sanat eserinin -onları aşacak olan- yorumlanmayı şart koştuğu kimi müdahalelerine, bu yorumlama bağlamı içinde Lukacs’ın Kafka eleştirilerine ve Kafka’nın Marx’la kesiştiği yerlere işaret etmektedir. Dolayısıyla bu inceleme estetik ve metafizikle çok ilişkili görünse de bütünüyle maddecilik ve politika teorisi gibi bir unsura ilgi duymaktadır.
İlk olarak, Adorno’dan yardım alarak Lukacs’ın kaba materyalist[1] sayılabilecek Kafka eleştirisinin Kafka’nın kendisi kadar kaba materyalist olamayabileceği denenecektir. Burada Lukacs’ın bazen daha dolaylı çoğu zaman da daha doğrudan Frankfurt Okulu düşünürlerini ve en çok da Adorno’yu ilgilendiren (Grand Abyss Hotel, Hiçliğin Tanrısı) eleştirilerinin Kafka eleştirileriyle kesiştiği kimi yerler bulunmaktadır. Böylece Kafka ve Adorno’nun Lukacs eleştirisi karşısındaki durumu sınanacaktır. Yazı açısından daha önemli konu Marx, Kafka ve Adorno’nun kesiştiği yerlere işaret eden kısımlardır. Bu kısım başta dile getirilen kaba materyalist ilginin sayılan üç isimde farklı tarzda ortaya çıkışına ilgi duymaktadır.
Modern devletin temel bir niteliği olan bürokrasiye ilgi duyan bu kaba materyalist durum ve tutum-burada aktarılacak metinler itibariyle- Marx’da daha mantıksal, Kafka’da daha yoğun ve kesif, Adorno’da ise bütüncüldür. Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi’nin Marx’ı ile Şato, Dava ve Cezalılar Kolonisi’nin Kafka’sını birbiriyle ilişkilendiren bürokrasinin tunç kanunudur. Burada konumuz basitçe Kafka denince akla ilk gelen motiflerden olan bürokrasiye dair ilgiden ziyade Kafka’nın bürokrasi, hiyerarşi ve irrasyonelleşme arasındaki ilişkiye yönelik eleştirel maddeci ilgisidir. Adorno şöyle diyecektir;
Kafka’nın (…) maskesini ölümsüzleştirdiği şey, ticareti ve değişimi yok eden, ‘devasa boyuttaki’ tekelci dağıtım aygıtıdır. Tarihsel olduğu kadar, gizlenmiş tahakkümün ürünüdür ve böylece kendini durmaksızın yeniden üreten kör güç mitiyle bütünleşir. Bu gücün en son aşaması olan bürokratik kontrolde, en erken aşamayı tanır; atık ürünleri tarih öncesi hale gelir. Modern çağın yaraları ve deformasyonları onun gözünde taş devrinin izleridir; dünün okul tahtasındaki tebeşir figürleri, silinmeden bırakıldığında, gerçek mağara çizimleri haline gelir. Bununla birlikte, bu tür gerilemelerin ortaya çıktığı cüretkar kısaltma, toplumun eğilimini de ortaya koymaktadır. Arketiplere dönüşmesiyle birlikte burjuva sona erer.[2]
Kafka'nın çizgileri
Adorno ve Kafka eserinin işlediği asıl dehşet verici olan ise burjuvanın bir halef bulamamış olmasıdır.
Şato’da şu tür ifadelere rastlarız. Yazar K.’nın bürolar ve büroların uyumlu çalışması ile ilgili düşüncelerini paylaşmaktadır; “(…) bunun bir nedeni, işinin görülmesi konusunda dıştan bakınca kendisi için pek olumlu bir ilkenin anlaşılan ilgili bürolarca benimsenmiş bulunması, bir başka nedeni ise resmi büroların çalışmaları arasındaki hayran kalınacak uyumdu; nerde yok gibi görünüyorsa, inadına orada tastamam bu uyumu seziyordu insan.”[3] Yine yazar, K.’nın otelcinin karısı hakkındaki düşüncelerini aktarmaktadır; “(…) entrikacı bir yaratık; rüzgar gibi anlamsız görünen çabalar içinde, iç yüzü bir türlü kestirilemeyen uzak ve yabancı buyruklara uyar gibi adeta.”[4] Olga, K.’ya ailesinin düştüğü durumu anlatmaktadır; “…ilerde gerçekleşecek bir şeyden korktuğumuz yoktu; ancak içinde yaşadığımız durumdu bizi üzen; cezanın ta içinde bulunuyorduk”.[5] Yine Olga K.’ya Şatonun gözünden düşen babasının beyhude çabalarını anlatmaktadır; “…gelgelelim bağışlanabilmesi için önce suçun saptanması gerekmekteydi; oysa resmi makamlar bir suçun varlığını kabule yanaşmıyordu.”[6] Adorno’nun "Kafka Üzerine Notlar”ında ve bazı başka incelemelerde Dava’da meselenin davanın davası, sürecin süreci olduğu gösterilmiştir.
Hukuk Felsefesinin Eleştirisi’nde şu tür analizler bulunur:
Bürokrasi, biçimseli içerik, içeriği biçimsel sanmaya mahkûm oluyor. Devletin erekleri bürokrasinin erekleri ve bürokrasinin erekleri de devletin erekleri durumuna dönüşüyor. Bürokrasi, kimsenin içinden kaçamayacağı bir daire oluşturuyor. Bürokrasinin hiyerarşisi, bilginin hiyerarşisi durumuna geliyor. Tepe, ayrıntıyı bilme işini aşağı halkalara havale ediyor, aşağı halkalar geneli bilme işinde tepeye güveniyor ve böylece birbirlerini karşılıklı olarak aldatıyorlar. Bürokrasi, gerçek devletin yanındaki imgesel devleti, devletin tinselciliğini oluşturuyor.[7]
Kafka, toplumun elinde tuttuğu ve kendisini sürdürdüğü kişilerin gereksiz hale geldiği bir sosyal bütünü tanımlar. Her şeyi içine alan ve benzeşmeyeni öfkeyle yok eden bütünlük ideolojisi için Adorno şöyle diyecektir; “…bütünleşme parçalanmadır ve bu parçalanmada mitik büyü tahakkümün rasyonalitesiyle birleşir.”
En çok ve en açık Şato’da karşılaşabileceğimiz bir bürokrasi daha çok da hiyerarşi tasviridir buradaki. Bürokrasi Marx’taki gibi imge, tin ve aldatma ifadeleriyle ilişkilenir ilişkilenmez Kafka’nın ve edebiyatın konusu haline de gelir. İrrasyonellik, Kafka’nın modernizm ideolojisi içinde icat ettiği bir şey değildir, aldatma bilakis bu tinin ve imgenin bağrındadır. Adorno’nun başka bir vesileyle ifade ettiği gibi, ideoloji toplumun üzerini bir kapak gibi örtmez bilakis toplumun bağrında yeşerir. Tıpkı bunun gibi Kafka eserine konu olan irrasyonellik bu diğerinin bağrında taşıdığı bir saçmalık, anlaşılmazlıktır. Ona yöneltilen irrasyonellik ve hiçlik gibi eleştiriler “küçük burjuva korkusu aracılığıyla bir bütünlüğe sıkıştırılan boğucu, homojen dünyanın motifleridir; mantıksal olarak hava geçirmez ve her sistem gibi anlamdan yoksundur. Anlattığı her şey aynı gerçeklik düzenine aittir.”[8] Adorno’nun Kafkası sınırsız güce karşı bir tepkidir. Bu güce Benjamin asalak adını vermiştir: ezdiği yaşamdan geçinir. Kafka’da bu asalaklık yer değiştirir, gereksiz olanlar ezilenlerdir.
Kafka'nın çizgileri
II.
Kafka’nın eseri, kendisine benzemeyene tahammül edemeyen ve Adorno’da Öfke Olarak İdealizm şeklinde ifade bulan bütün felsefi sistemlerin peşi sıra sürüklenen ya da gereksizleştirilip çer çöp haline getirilen kalıntılara ilgi duyar. Kalıntı Kafka’da gerçekten de kalıt gibi daha çok da mit olarak tarih öncesinden miras kalmıştır[9]; dejavu olarak çalışır.
“Kafka’nın edebi tekniği, Proust’un istemsiz hatırlamasının duyusal nesnelere yaptığı gibi kelimelere bağlanır, ancak tam tersi bir sonuçla: insan üzerine düşünmek yerine, bir insanlıktan çıkarma modelinin denenmesi.”
Kafka, toplumun elinde tuttuğu ve kendisini sürdürdüğü kişilerin gereksiz hale geldiği bir sosyal bütünü tanımlar. Her şeyi içine alan ve benzeşmeyeni öfkeyle yok eden bütünlük ideolojisi için Adorno şöyle diyecektir; “…bütünleşme parçalanmadır ve bu parçalanmada mitik büyü tahakkümün rasyonalitesiyle birleşir.” Başka bir yerde benzer şekilde; “ayrılığın (özne nesne ayrılığının) yeni dehşeti kaosun eski dehşetine dönüşecektir. İkisi de her zaman aynıdır.”[10] Wittgenstein, dilimize gömülü bir bütün mitoloji var diyerek felsefesinde bunu açıklamıştır. Adorno’nun Kafkası berrak bir bilince sahiptir; bireyin toplumsal kökeni bireyin yok olmasındaki güçtür. Kafka’nın yapıtı bu yok olmayı emme doğrultusunda bir çabadır.
Lukacs denemesinde[11] Kafka’daki bu mit unsuruna ilgi duymaz. Lukacs’a göre Kafka’nın ayrıntıya hükmetme gücü onu doğalcılardan ayırsa da “evrenselleşen kederci boğuntuya” “saf tutum” içinde boyun eğer. Şöyle der; “Kafka’nın ayrıntıları, gerçeklikte olduğu gibi, bireysel ya da toplumsal hayatın kesişme noktaları değildir; bunlar sınırları bilinmeyen bir aşkınlığın anlaşılmaz simgeleridir.”[12] Adorno’nun Kafkası için bu aşkınlık mittir; Kafka’nın özgünlüğü ise tam da bu anlaşılmaz simgeleri sözcüklere bağlama kabiliyetinden ileri gelir. Sadık yorumcusu şöyle diyecektir; “Kafka’nın edebi tekniği, Proust’un istemsiz hatırlamasının duyusal nesnelere yaptığı gibi kelimelere bağlanır, ancak tam tersi bir sonuçla: insan üzerine düşünmek yerine, bir insanlıktan çıkarma modelinin denenmesi.”[13] Yine Adorno’ya göre insanın içinden ve ötesinden insan olmayana doğru uçuş -bu Kafka’nın epik rotasıdır. Kafka’nın eserleri en kötüye onu dile dönüştürerek karşı koyma kapasitesiyle umuda da bağlanır. Lukacs’ın Kafka eleştirisinin merkezinde duran bir motiftir bu. Kafka ve Adorno Lukacs’a en azından bu kısımda güçlü bir karşı koyuş sergilerler. Hatırlanacağı üzere Minima Moralia umutsuz ölen kişiyi hatırı sayılır miktarda aşağılar.
Kafka'nın çizgileri
III.
Yineleme, aynılık ve eskilik Kafka’nın metafiziğinin kristalleştiği yerlerdir. Kafka için eski olan şimdinin damgasıdır. “Kafka Üzerine Notlar”dan; “Kafka tasfiye ettiği liberal dönemin atık ürünlerine odaklanarak tekelciliğin maskesini düşürmektedir. Bu tarihsel an tarihi yukarıdan aydınlattığı iddia edilen meta-zamansal bir şey değil, onun metafiziğinin kristalleşmesidir.”[14]
Yinelenme yasası, eskilik, tekdüzelik, kapalılık ilkesi, nesnesiz içsellik, tarihe karşı koyma eğilimi gibi Kafka motifleri ultra-solcu tonuyla[15] şu aydınlanmacı eğilimi onaylar: Mit, aynadaki kendi görüntüsüne yenilmelidir. Kafka, aydınlanma ruhunun içinden, aydınlanmanın mite doğru dönüşüne tepki gösterir. Bu, Aydınlanmanın Diyalektiği’nden bilinen temel tezdir. Başta dile getirilen politika teorisine ilgi tam burada gerekçesine kavuşuyor. Çünkü Aydınlanmanın Diyalektiği’nin yazarları için aydınlanma aynı zamanda totaliterdir. Meşakkatli dolayımlarıyla faşizmle doğrudan, basit ilişkisi ortaya çıkarılan totaliterliğin emilip dışa fırlatılması Kafka’nın marifetidir. Bu dışavurulan şey, bürokrasi ve hiyerarşi gibi formlarla arzı endam eder.
Adorno Lukacs’ın Kafka eleştirilerinin bir kısmına katılabilir gibidir, yalnızca Kafka hakkında biraz daha fazlasını söyler. Mesela, Kafka’daki tarihe yönelik direnç Marx’la çok benzer şekilde onun henüz başlamadığına yönelik vukuftan kaynaklanır. Marx tarih henüz başlamamıştır der, Kafka “devrim haklıdır, çünkü şimdiye kadar hiçbir şey olmamıştır” der. Kafka’da “tarihsel anın sonsuzluğuna, dünyanın gidişatını doğal olarak düşmüş ve değişmez gören bir tutum karşılık gelir; an, mutlak olarak geçici olan, geçip gitmenin, lanetlenmenin sonsuzluğunun benzeridir. Tarihin adından söz edilmez, çünkü gerçekten tarih olacak şey, yani öteki, henüz başlamamıştır.”[16]
Yine Lukacs’ın da işaret ettiği Kafka’daki tarihsizlikle ilişkili kapalılık ilkesi Adorno’ya göre tümüyle yabancılaşmış öznelliğin ilkesidir. Kafka anlattığı şeye benzemenin mutlak olarak gerektiği ilkeyi tanır. Kafka’daki mimetik unsurun kullanılma biçimi tam burada açığa çıkar. Kafka’nın eseri Adorno için şeyleşmenin mimesi olarak çalışır. Adorno’nun Kafka ve daha genel olarak estetik ilgisindeki mimesis unsuru nesneye doğru uyarlanma, bağdaştırma ve içinde kaybolma gibi ilkelerle çalışır. Kökensel bir taklit kapasitesi olarak mimesis modern rasyonalitede bozulmuş olsa da estetik etkinlikte korunmuştur. Adorno için sanat mimetik davranış için bir sığınaktır. Sanatta özne, kendini, kendi ötekine çeşitli özerklik düzeylerinde, ondan ayrılmış ancak tamamen ayrılmamış bir şekilde sergiler.
Kendi ütopik aristokrasisi için bunca çabalamış bengi dönüş fikrinin kuramcısı güçsüzlerin, acizlerin, zayıflık gösterenlerin acısını ebedi kılar. Adorno’nun Kafka’sı için durum tam tersidir. Özü gereği tekerrür eden mitik yazgı Kafka’da kendi dehşet verici görüntüsüne yakalanır ve kelimelere bağlanır.
Mimetik uyarlanma Kafka’da eskilik olarak, bugünün şeylerinde (Şato’da otelcinin karısının K.’ya gösterdiği sararmış, yıpranmış fotoğraf gibi) kalıt, tortu, mit olarak ortaya çıkar; Dava’da K.nın, bir gece evvel dayak yediği hırdavat odasının kapısını yumrukladığı dejavu olarak çalışır. Ama burada kalmaz; “(…) yine de tarihsel dünyanın parçalanmasıyla ilgilenmek zorunda olan çocuklar için eskimiş olan, aynı zamanda tarihin ilk ortaya çıktığı şeyin imgesidir; çocuğun modernite imgesi, tarihin hala var olabileceğine dair onlara miras bırakılan umuttur.”[17] Lukacs’ın Kafka eleştirisini en iyi Benjamin’in Nietzsche yorumu örneklendirir. Şöyle diyecektir;
…bu, aslında bakılırsa cezayı hak edenleri doğuran bir cezadır. Ebedi tekerrür, kozmik küreye yansıtılmış, okulda tutulma cezasıdır: İnsanlık, bitimsiz tekerrürde metninin aynısını kopyalayıp durmak zorundadır.
Cehennemde cezanın ebediliği, kadim ebedi tekerrür düşüncesinden en dehşet verici dikeni koparır. Bir döngünün ebediliğinin yerine azabın ebediliğini ikame eder.
Nietzsche, ebedi tekerrür fikrini 19. yüzyılda bir kez daha düşünerek, mitik yazgının kendisinde sonuca ulaştığı figür haline gelmiştir. Çünkü mitik hadiselerin özü tekerrürdür.[18]
Kendi ütopik aristokrasisi[19] için bunca çabalamış bengi dönüş fikrinin kuramcısı güçsüzlerin, acizlerin, zayıflık gösterenlerin acısını ebedi kılar. Adorno’nun Kafka’sı için durum tam tersidir. Özü gereği tekerrür eden mitik yazgı Kafka’da kendi dehşet verici görüntüsüne yakalanır ve kelimelere bağlanır. Böylece, yorumcusunun ifadeleriyle Kafka’nın düzyazısı temsil değil alegori arayışında dışlanmışların yanında yer alır.
Lukacs, “Franz Kafka mı Thomas Mann mı?” da yazarı, Heine’yi örneklendirerek sosyalizme karşı takındığı tutum bakımından düşünmektedir. Adorno için Kafka aktarılan tarih, kapalılık ve eskilik bahsinde en azından Lukacs’ın Heine’sinin benzeridir. Burada da kalmaz; Kafkanın eseri tam da Lukacs’ın uygun gördüğü gibi siyasi ön-görü olmayan bir ön-görüyle bugünü de yakalar ve gelir Kobani Kumpas Davası’na bağlanır;
"Şatoda memurlar SS'ler gibi özel, birörnek giysiler giyer; faşizmin seçkinleri de kendi kendilerini atamışlardır. Tutuklama baskındır, mahkemeyse şiddet eylemi.”
Dipnot ve Kaynakça
Adorno, W. Theodor. (1981). Prisms içinde “Notes On Kafka”, MIT Press.
Adorno, W. Theodor. (1998). Critical Models içinde Subject and Object, Columbia University Press.
Adorno, W. Theodor. (2016). Negatif Diyalektik. (Çev. Şeyda Öztürk). İstanbul: Metis Yayınları.
Benjamin, Walter. (2023). Paralipomena. (Çev. Murat Erşen). İstanbul. Ketebe Yayınları.
Kafka, Franz. (2012). Şato. (Çev. Kamuran Şipal). İstanbul. Cem Yayınevi.
Kafka, Franz. (2018). Dava. (Çev. Tanıl Bora). İstanbul, İletişim Yayınları.
Horkheimer, Max. (2009). Alacakaranlık. (Çev. İlknur Aka). İstanbul. Kırmızı Yayınları.
Lukacs, György. (1969). Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı. (Çev. Cevat Çapan). İstanbul. Payel Yayınevi.
Marx, Karl. (2016). Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi. (Çev. Kenan Somer). Ankara. Sol Yayınları.
[1] Kaba materyalizmin buradaki kullanımına dair önemli bir not düşmek gerekir. Kaba materyalizmden kasıt, materyalizm tarihi içindeki bilincin maddenin yansıması olduğunu söyleyen ve bir hayli yara almış yansıma teorisi ve uzantıları değildir. Bu ifade yerine örneğin gerçekçilik, basitlik gibi terimler de kullanılabilirdi. Kabalık, insan öznesinin kendi eliyle yarattığı dünyanın ona karşı dönüp bütün ağırlığıyla ezdiği bedenin, som olanın durumunu niteler.
[2] Theodor W. Adorno, Prisms içinde, “Notes On Kafka”. Bu metin ilk olarak Yazko Edebiyat’ın 1984 tarihli 39/40. sayısında Mustafa Ziyalan çevirisiyle yayınlanmış. Bu yazıda söz konusu çeviriden yararlanılsa da daha çok kendi çevirimizle çalıştık.
[3] Franz Kafka, Şato, 11. Basım, İstanbul, Cem Yayınevi, 2012, s. 71.
[4] Franz Kafka, a.g.e, s. 140.
[5] Franz Kafka, a.g.e, s. 247.
[6] Franz Kafka, a.g.e, s. 253.
[7] Karl Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, 3. Baskı, Ankara, Sol Yayınları, 2016, s. 71.
[8] Theodor W. Adorno, Prisms içinde “Notes On Kafka”, MIT Press, 1981, s. 243.
[9] Adorno’da özdeşlik dışılıkla kast edilen unsuru Kafka’nın tarih öncesine, sürekliliğe ya da bir temele duyduğu ilgi de örneklendirir. Deleuze, Derrida’yı bu özdeşlik dışılığa duyulan ilgiden doğru Adorno’yla ilişkilendiren okumaların bu kısıma sığmadığı açıktır.
[10] Theodor W. Adorno, Critical Models içinde Subject and Object, Columbia University Press, 1998, s. 278.
[11] György Lukacs, Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı, 1. Baskı, İstanbul, Payel Yayınevi, 1969, s. 53.
[12] György Lukacs, a.g.e. s. 53.
[13] Theodor W. Adorno, Prisms içinde “Notes On Kafka”, MIT Press, 1981, s. 243.
[14] Theodor W. Adorno, a.g.e. s. 243.
[15] Theodor W. Adorno, a.g.e. s. 276.
[16] Theodor W. Adorno, a.g.e. s. 243.
[17] Theodor W. Adorno, a.g.e.
[18] Walter Benjamin, Paralipomena, 1. Baskı, İstanbul, Ketebe Yayınları, 2023, s. 25.
[19] Max Horkheimer, Alacakaranlık, 1. Baskı, İstanbul, Kırmızı Yayınları, 2009, s. 71. Horkheimer burada şöyle diyecektir; “…Nietzsche sürü olgusunu küçümser ama yine de onu yok saymaz. Kendi ütopik aristokrasisinin yeşerebileceği ortamı oluşturmak için acizliği, korkaklığı, uysallığı bizzat korumaya çalışmıştır (…) Evet, onlar sürülerin teriyle beslenmeseydi makinelerin başında bizzat durmak zorunda kalırlardı. Bu durumda Dionysos-ilahileri de kendiliğinden susardı.”
Yayın Tarihi: 06/06/2024