PolitikART
Toplum-Politika

İşbirlikçilik ve ihanete karşı pratik mücadele - II

PolitikART Özel
Leyla Zeynep Kuran
Verimli bir araziye yerleşmiş mirket sürüsü, yayılmış halde beslenme ihtiyacını karşılarken bir başka işgalci mirket grubunun saldırısına uğradı. Ön tarafta yüksek bir ağaca konumlanmış olan nöbetçinin saldırı karşısında korkup geri kaçması üzerine, ilk etapta arazi sahibi mirketler arasında bir panik, karmaşa yaşansa da toparlanıp işgalci mirketleri topraklarından söküp atmakta gecikmediler. İşgalci mirket sürüsü araziden çıkarıldıktan sonra ne oldu biliyor musunuz? Yerleşik mirket grubu hiç zaman kaybetmeden direkt korkup kaçan nöbetçiye yöneldiler ve onu da topraklarından, topluluklarından kovdular.

 

II. Bölüm: Aslanın pençesinde diken ya da örümcek ağında sinek!

 

“Güçsüzlüğümüzün kaynağı esas olarak güçsüz oluşumuzda değil, pratikten yoksun oluşumuzda yatar.”

Mao

 

Yurt, sadece bir toprak parçası olmayıp toplumsallığın üzerinde ruh ve bilinç kazandığı, yarattığı kültürde derinliklerine kök salıp ilk anlam dünyasını oluşturduğu ve anılarını biriktirdiği bir zaman-mekân ilişkiselliğidir. Dünyaya (anaya) gözlerin açılışını, dokunuşu, duygulanışı, sevmeyi, ağlayıp gülmeyi, düşüp kalkmayı, cümle öğrenişlerin ilk tınılarını ve sonrasındaki adımlarını taşır. Toplumsal tarihin ve ruhun, insanın oluştuğu beşik olarak değerlendirilmesi, kaynağını bu ilişkisellikten alır. İnsanın özü dediğimiz şey, bütün bu gerçekleşmelerin herhangi bir dış müdahaleye maruz kalmadan kendi toplumsallığının değerleri doğrultusunda biçim ve içerik kazanması ve oluşması eylemidir.

“İnsan dediğinde biraz ruh olur” vurgusu yapıldığında, biliriz ki toplumsal özün ve bu özün meydana getirdiği değerler, duygu, bilinç ve davranış haline yeterince yansıtılmamakta, yansıtılması talep edilmektedir. İnsanın toplumsallığı onun ruhudur nihayetinde. Ruhun yitimi ya da zayıflaması, toplumsal özün yitirilmesi-zayıflaması anlamına gelir. Kürt analarının çocuklarına, sevdiklerine “rihê mîn” biçimindeki hitabı, bu konuda çarpıcı bir farkındalık yaratır. Sevgiyi toplumsal öze, yurda yönelten ve onu sevdiklerinde somutlaştıran bir sesleniş olarak “rihê mîn”, insana muazzam bir anlam derinliği kattığı gibi bir sonsuzluk duygusu da yansıtmaktadır. Bu bağlamda ruhsuzlaşma anayı, toplumu ve yurdu bütünleyen değerlerden kopuşu, bir kimliksizleşme halini tanımladığından, her nasıl gerekçelendirilirse gerekçelendirilsin, esasta bir ihanet durumuna işaret eder.

Yeni paradigma direniş, isyan ve inşa çalışmalarını bir yaşam biçimi haline getirmesi ilkesi temelinde kendini kurarken, demokratik halk mücadelesini halkın bulunduğu her yerde kendi kendini örgütlemesi ve yönetmesi esasına, özerk yapılanmalara dayandırır. Çünkü demokratik halk mücadelesi, halkın yüreği ve kafasıyla halk öncülüğünde verilen bir mücadeledir.

Bu noktada yurtseverlik, toplumsallığın beşiğinde gelişip dal budak salan bütün bu maddi-manevi kültürel gerçekleşmeleri sevme, sahiplenme ve savunma, onun için her koşulda mücadele etme ve savaşma tutumudur. Yurtsever insan, böylesi bir bilinç ve sorumluluk anlayışı içerisinde nasıl bir örgütsel ve pratik mücadele verilmesi lazımsa, ona göre kendini ve çevresini yapılandıran, tehditlere karşı hazırlayan insan olma özelliğini taşır. Yeni paradigma direniş, isyan ve inşa çalışmalarını bir yaşam biçimi haline getirmesi ilkesi temelinde kendini kurarken, demokratik halk mücadelesini halkın bulunduğu her yerde kendi kendini örgütlemesi ve yönetmesi esasına, özerk yapılanmalara dayandırır. Çünkü demokratik halk mücadelesi, halkın yüreği ve kafasıyla halk öncülüğünde verilen bir mücadeledir. Dayanakları, yurt sevgisine dayalı oluşan özgürlük bilinci, çoklu örgütsel mücadele yeteneği, ihtiyaç ve koşullara göre biçim alabilme esnekliğidir.

“Yurt sevgisine dayalı oluşan özgürlük bilinci” derken, elbette ki özgürlük ideolojisi ve politikasından, aynı coğrafyada birlikte yaşamanın olanaklarını açığa çıkarıp diyalog ve eyleme dayalı, bağ ve bağlam kuran demokratik ulus aklından söz ediyoruz. Yurtsever bilinç, bunu stratejik bir duruş olarak belirler ve bu parametre doğrultusunda kendini örgütleyip donatır.

“Çoklu örgütsel mücadele yeteneği”nden kastımız, amaca; yani demokratik ulus/demokratik modernite yaşamına ulaşmak için hayatın her alanına (sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, hukuki, mesleki, eğitsel) hitap eden örgütlemeler geliştirmek, tek bir örgütsüz ve yönetimsiz alan bırakmamaktır. Kadın, gençlik ve çocuk dahil toplumun her kesimini örgütleyip, birbirine bağlama ve mücadeleyi geniş bir zeminde yürütme çabasını içerir.

“İhtiyaç ve koşullara göre biçim alabilme esnekliği” şeklinde ortaya koyduğumuz özellik ise, örgütsel varoluşlar açısından hayati önemde olan çevreye göre biçim alabilme ve anın açığa çıkardığı ihtiyaçlara yerinde yanıt verebilme refleksini, statik olmak yerine değişime açık akışkanlığı vurgular. Stratejik zekâya sahip herkes çok iyi bilir ki örgütsel ve pratik mücadelenin yürütülmesinde süreklilik ve devamlılık esastır; aksi takdirde başarı yolunda sonuç üretmek mümkün değildir. Bu nedenle zamanında ve yerinde önlemler almayı ifade eden esneklik, varlığını devam ettirme iddiasındaki her oluşum açısından vazgeçilmezdir.

Demokratik halk mücadelesinin, yurtseverliğin bu dayanakları kuşkusuz kendiliğinden bir gelişim seyri içerisine girmezler. Her aşama ve adımda sabır, emek yoğunluğu, fedakârlık ve risk alma becerisi gibi vasıfları talep ederler. Tıpkı yaşayan her canlı varlığın yaşamak için gösterdiği çabayla kendisini var kıldığı gibi. Bu anlamda yurtseverliğin iktidar ve devlet aygıtları karşısındaki yaşam yasası, burada hayat döngüsünün varoluş yasasıyla birleşir. Yasa hükmünü emek, fedakârlık ve risk alma üzerine kurmuştur. Bunlar olmaksızın insanın hayatını idame ettirebilmesinin üstlendiği rol ve misyonun gereklerine uygun davranış geliştirebilmesinin koşulları bulunmamaktadır. İhanet ve işbirlikçilikte de bu böyledir; o da çaba gösterip risk alır. Aradaki fark, ihanet ve işbirliğine soyunanın bunu kendi bireysel yaşamı/çıkarı için yapması; bizlerin ise ahlaki ve politik toplumsallığımızın değerlerine bağlılıkta halklarımızın sömürgecilikten kurtulup özgürleşmesi için yapmamızdır. İhanet ve direniş arasındaki ince ve keskin çizgiyi böylesi bir netlikle ele almazsak, duruşlarımızı ve eylemlerimizi doğru ve isabetle değerlendiremeyiz.

Pratik mücadele içerisinde kuşkusuz emekten, fedakârlıktan ve risk almaktan imtina eden, bu durumunu da çeşitli sebeplerle gerekçelendiren bireyler olacaktır. Emeğe yabancı, sorumluluk duygusu zayıf ve hep güvenceli-konforlu yaşamaya alışmış zayıf kişilikler için örgütlü mücadele demek, ateşten gömlek giymek anlamına gelecektir. Ama Kürt kimliğiyle varlığını sürdürebilmenin, asaletini yitirmeden dil, kültür ve bilinç olarak söz ve eyleme dönüştürebilmenin başka bir yolu ve yöntemi kalmamıştır. Abdullah Öcalan, tam da bu nedenle “Benim geliştirmek istediğim bir aşktır; Kürt aşkıdır, büyük Botan aşkıdır; büyük örgüt ve eylem aşkıdır. Hesabınıza gelirse bu aşka katılın. Hesabınıza gelmezse kaderinize küsün ve evinizde kalın" deme ihtiyacı duymuştu. Beliren aşamada kendini Kürt ulusunun mensubu olarak görenlerin, kaderlerine küsüp evlerinde kalma şansları da kalmamıştır. Zira “Siz savaşla ilgilenmeyebilirsiniz ama o sizinle ilgileniyor” gerçeği, sömürgeciliğin özel savaş suretinde her gün en sıradan görünen Kürdün dahi kapısını çalıp aşındırmaktan geri kalmamaktadır. Sokaklardaki çocuklara kadar uzanan özel savaş operasyonları bunun en açık göstergesidir.

Peki, sömürgeciliğin ihmal etmediği şeyi bizim ihmal etmemiz neye yol açar? Buna Önderlik öğretisinin yanıtı gayet açıktır: “İhmal ettiğin şey seni imha eder.” Eğer yeniden inşayla devletin belirlediği sınırların ötesine taşıp kendimizi yeniden ve daha güçlü bir şekilde örgütlemezsek, sömürgeciliğin “barışçıl işgal” politikasına tüm varlığımız ve değerlerimizle kendimizi açmış olacağız. Yurtseverlik bilinci ve bu bilincin biçimlendirdiği karakter çok iyi bilir ki, umut ve korku tutkularımıza bağlıdır. Özgürlük tutkumuz güçlüyse, umuda beklenti rolünü biçemeyiz. Umudun kendimiz olduğu bilinciyle hareket eder ve yapılması gereken ne varsa onu yapmaya yöneliriz. Öğrenmenin, bilinçli olmanın kendisi zaten risk üstlenmeyi, riskleri tartıp dengeleme konusunda istekli olmayı içerir. En temel örgütlenmenin öz savunma olduğu bilinciyle harekete geçer ve toplumsal varoluşunu buna dayandırarak oluşturup güçlendirir. Fakat özgürlük tutkusuna sahip değilsek, bir arpa boyu dahi mesafe alamayız. Umut olmaktansa umut etmeyi tercih eder, dönemin gereklilikleri karşısında korkularımızı yapabileceklerimizin önüne geçiririz. Bir adım ötesi, kendi kendini hayal kırıklıklarına terk etmektir ki propaganda aygıtı en çok bu kişilikler üzerinde etki üretir. Sömürgeciliğin, Kürt varlığının maneviyatının kırılması ve mücadele etmekle ilgili toplumsal iradesinin ortadan kaldırılması yönündeki propaganda faaliyetlerinin arttırılmasının temelinde de bu gerçeklik yatmaktadır.

Kürt varlığı ve yurtseverlik bakımından durum gayet açık ve nettir. Sosyal yaşamda sıkça kullanılan “Önce evinin önünü süpürmek” tarzında bir deyim vardır. Yaşama ve varlığını sürdürme yasası, her koşulda işbirlikçilik ve ihanetle örgütsel ve pratik mücadele yürütmeyi, onu açığa çıktığı her zeminde yenmeyi koşullamaktadır.

“Barışçıl işgal” stratejisi, ağırlıkla istihbarat bilgisi ve analize dayalı yürütülür. Hedeflenen kitle hakkında sosyolojik ve psikolojik saha araştırmaları yapılır; ilişkisi, çelişkileri, ayrıştıkları ve birleştikleri noktalar, maddi-manevi beslenme kaynakları, güçlü ve zayıf tarafları tespit edilir. Hangi kesime, aşirete, aileye ve öne çıkan bireylere dair çatıştırma, korkutup kaçırtma, sindirme ve devşirme politikalarının yürütüleceği belirlenir. Belirlenen politikalar büyük ölçekte sahadaki uzantıları olan işbirlikçi hainler vasıtasıyla yaşama geçirilir. Kürdistan özelinde ve metropollerde özel savaş rejimi eliyle bu politikaların hiçbir zaman olmadığı kadar günümüzde yoğunlaştırıldığına tanık oluyoruz. 2006'da MİT'in kuruluş yıldönümü vesilesiyle dönemin müsteşarının Hürriyet gazetesine verdiği mülakat hatırlamaya değerdir. Müsteşar, özetle teknik gelişmelerin istihbarata önemli katkılar yaptığını, ancak kuruluş olarak en büyük eksikliği insan kaynakları boyutunda duyduklarını ve yeni dönemde ağırlığı buna vereceklerini belirtiyordu. Bu tarihten itibaren istihbarat yapılanmalarının bölgelerde şube sayılarıyla birlikte eleman sayısını da katladığını ve hem toplumun çeşitli kesimlerine hem de Özgürlük Hareketi’ne ve kurumlarına sızma-devşirme operasyonlarına hız kazandırdığını deşifre olan pratiklerden iyi biliyoruz. Nasıl ki mücadele devamlılığının sağlanabilmesi için örgütsel süreklilik olmazsa olmazımızı oluşturuyorsa, özel savaşın- "barışçıl işgal" stratejisinin başarısı için de hain devşirme ve istihbarat benzer bir ilişkiyi tanımlamaktadır.

Kürt varlığı ve yurtseverlik bakımından durum gayet açık ve nettir. Sosyal yaşamda sıkça kullanılan “Önce evinin önünü süpürmek” tarzında bir deyim vardır. Yaşama ve varlığını sürdürme yasası, her koşulda işbirlikçilik ve ihanetle örgütsel ve pratik mücadele yürütmeyi, onu açığa çıktığı her zeminde yenmeyi koşullamaktadır. Bunun güzergâhı da düzeni, isyan ve inşa çizgisinde ihanet ve işbirlikçiliğe açık kapı bırakmayacak düzeyde yaygın, disiplinli ve bilinçli öz savunma örgütlenmelerini pratiğe geçirmekten geçmektedir. Bu sadece Kürtlüğe mahsus bir hal değildir, doğada varlık bulan her canlı oluşum böyle bir yaşam diyalektiğine tabidir ve buna göre refleks vermektedir. Mirketleri konu alan bir TV belgeselinde karşılaşmıştık, izleyenler bilirler, mirketler oldukça sosyal bir yapıya sahipler. Yanı sıra grup araziye beslenmek için yayıldığında yüksek bir tepe ya da ağaca nöbetçi çıkararak güvenliği sağlamak en belirgin özelliklerinden biridir. Belgeselde verimli bir araziye yerleşmiş mirket sürüsü, yayılmış halde beslenme ihtiyacını karşılarken bir başka işgalci mirket grubunun saldırısına uğradı. Ön tarafta yüksek bir ağaca konumlanmış olan nöbetçinin saldırı karşısında korkup geri kaçması üzerine, ilk etapta arazi sahibi mirketler arasında bir panik, karmaşa yaşansa da toparlanıp işgalci mirketleri topraklarından söküp atmakta gecikmediler. İşgalci mirket sürüsü araziden çıkarıldıktan sonra ne oldu biliyor musunuz? Yerleşik mirket grubu hiç zaman kaybetmeden direkt korkup kaçan nöbetçiye yöneldiler ve onu da topraklarından, topluluklarından kovdular. Demek ki yurt ve fert, coğrafya ve fert ilişkisi ya da varlığını savunma davranışı salt insana, insan toplumuna mahsus değil.

Sömürgeci müdahale topyekûn bir karakter taşıdığına göre, örgütlü kültürel direnişimiz de toplumsallığımızın her kesimini kapsayacak karakterde olmalıdır, Kürt ulus gerçekliği birlik olma sorununu büyük oranda aşmıştır. Güncelde sorun, oluşmuş bilinç ve potansiyel gücün pratiğe yansıtılması, eylemsel güce dönüştürülmesi sorunudur.

Sömürgecilik, ihanet ve işbirlikçiliği yayma politikasıyla Kürt halk gerçekliğinin kültürel varlığına yönelmiş ve kültürünü her boyutlarıyla tasfiye etmeyi amaçlamıştır. Dolayısıyla saldırı dilimizdedir, yaşamımızdadır, maddi-manevi bütün değerlerimizedir. Çürütme ve yozlaştırma politikalarıyla insanımızı ucubeleştirme ve seyirlik gösterilerin şaklabanları haline getirme, onun en büyük gayesidir. Buna karşın Kürt Özgürlük Hareketi, bilinçli ve örgütlü mücadelesiyle büyük bir kültür açılımı yaratmıştır. Yılların, zorlukların imbiğinden süzülmüş deneyim, tecrübe ve zihniyet oluşumuna dayalı bu kültürü herhangi bir güce havale etmeden, bulunduğumuz her mekâna taşırıp işlemek; topluluklarda, ailede ve bireyde canlandırıp örgütlemek, iddia, inanç ve ahlak sahibi her birimizin işidir. Sömürgeci müdahale topyekûn bir karakter taşıdığına göre, örgütlü kültürel direnişimiz de toplumsallığımızın her kesimini kapsayacak karakterde olmalıdır, Kürt ulus gerçekliği birlik olma sorununu büyük oranda aşmıştır. Güncelde sorun, oluşmuş bilinç ve potansiyel gücün pratiğe yansıtılması, eylemsel güce dönüştürülmesi sorunudur.

İşbirlikçilik ve ihanetin “barışçıl işgal” stratejisindeki yeri, “aslanın pençesindeki diken olmak”tır. İşlevi aslanın pençelerini kullanmasını engellemektir. Topluma vurulduğunda, toplumsallığın örgütlenme ve mücadeleyle güç kazanmasını, güç kullanmasını ortadan kaldırma anlamını taşır. Nasıl ki bir bahçede yetiştirilmesi amaçlanan bitkilerin sağlıklı gelişip büyümesi bahçenin çalı, diken ve ayrık otlarından temizlenmesine bağlıysa, örgütlü demokratik mücadele sahası da benzer bir dikkat ve duyarlılığı gerektirmektedir. M. Karayılan’ın “Bir Savaşın Anatomisi” adlı kitap çalışmasında dile getirdiği örümceğin av nesnesi sinek üzerindeki uygulaması burada hatırlanmaya değerdir: “Örümcek, ağlarına aldığı sineğin içini emerek kabuğunu olduğu gibi bırakır. Dıştan bakıldığında sinek canlı gibi görünür fakat aslında içi boşaltılmış, sadece posası, kabuğu kalmıştır ki dokunulduğunda kül gibi dağılıp gider.” İktidar ve devlet aygıtlarının ağlarına yakalananlar açısından da benzer bir durum söz konusudur. Ağdaki içi emilmiş bir kabuktan ibaret olan sinek, aslında bize ruhundan ve özünden boşaltılmış bir cesedi, ihanet ve işbirlikçiliği anlatır. İktidar ve devlet ağına yakalanmamak için ağdaki sinek simgesini sürekli akılda tutmak, gündelik yaşamımızı, ilişki ve etkinliklerimizi bu simgenin ışığında gözden geçirip değerlendirmek, toplumsal varoluşumuza yapacağımız en büyük iyilik olacaktır.

Ehmedê Xanî’nin belirttiği gibi Kürtler, “Akıl, düşünce ve insanlık bilincinden / duygu, davranış ve yaşam gücünden” aldıkları ilhamla birbirlerinden ışık almaya ve birbirlerine ışık yansıtmaya devam ediyorlar. Öcalan, demokratik ulus bilinciyle bu ışığı kaynağına, insanlığın evrensel kesitine taşıdı. “Güneşimizi Karartamazsınız” eylemcileri bunun bilinciyle sömürgeciliğin gölgesi olan ihanet ve işbirlikçiliğe, zayıflık belirtilerine karşı kendilerini meşaleleştirerek karşı durdular. Şimdi sıra tüm bu ışımaların aydınlığında yurtseverlik görevlerini yerine getirmekte.

Yayın Tarihi: 08/09/2024