PolitikART
Toplum-Politika

Donald Trump'ın dönüşü Kürtler ve Ortadoğu için ne anlama geliyor?

PolitikART Özel
Michael M. Gunter
Trump’ın ikinci dönemine yönelik “Önce Amerika” manifestosu niteliğindeki “Project 2025” belgesi Orta Doğu’da ABD etkisinin neo-izolasyonist bir şekilde azaltılmasını, İsrail için yeni bir güvenlik paktını savunuyor. Ancak bu belgede Kürtlere herhangi bir yer yok.

 

Çeviri: Serap Güneş

ABD tarihinde yalnızca ikinci kez, mağlup bir başkan zaferle yeniden göreve dönecek. Donald J. Trump’ın durumunda, bu dönüş, 6 Ocak 2021’de ABD Kongre binasına sağcı bir grubun saldırmasını teşvik etmesi gibi, geçmişteki bazı eylemlerinden dolayı artık hukuki kovuşturmaya uğramayacağı anlamına da geliyor. Başkanlık dokunulmazlığı sayesinde, en azından yeni dönemi sona erene kadar koruma altında olacak. Dört yıl siyasette uzun bir süre ve Trump bu dönemde çok şey yapmayı vaat ediyor. Peki, bu Kürtler ve Orta Doğu için ne anlama gelebilir?  

Spekülasyon yapmadan önce, okuyucularıma hatırlatmalıyım ki, dünyadaki en güçlü ve önemli devlet olan ABD’nin dış politikası son derece geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Kürtler, bu yelpazede yalnızca küçük bir yer tutuyor ve kendi bölgeleri olan Orta Doğu’da bile NATO müttefiki olan Türkiye gibi çok daha önemli bir aktörün gölgesinde kalıyor. ABD’nin Saddam Hüseyin’e karşı verdiği iki savaşta yaptığı fedakârlıklar göz önüne alındığında Irak’ın toprak bütünlüğü de ABD için önemli bir mesele olmaya devam ediyor. Bu savaşlar, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (KBY) doğuşuna yol açmış olsa da bu gerçek değişmiyor. Ayrıca, İran ve vekilleri olan Hizbullah'ın yanı sıra Türkiye, Rusya ve IŞİD kalıntıları gibi unsurların yarattığı zorluklar nedeniyle Suriye de ABD’nin büyük ilgisini çekmeye devam ediyor.

ABD’nin PKK’yi hâlâ resmî olarak “terör örgütü” olarak sınıflandırdığını ve KYB’nin bağımsızlığına ya da eski adıyla Rojava olarak bilinen Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ne (AANES) fazla destek verilmesine güçlü bir şekilde karşı çıktığını unutmamak gerekir. Bunun nedeni, bu iki oluşumun teorik olarak mevcut devletlerin toprak bütünlüğüne tehdit oluşturması ve ABD’nin bu devletlerin dağılmasının Orta Doğu’da büyük bir istikrarsızlığa ve savaş tehlikesine yol açacağına inanmasıdır.

Son olarak, ABD’nin dış politika çıkarları doğrultusunda Kürtleri kullandıktan sonra onları yüzüstü bırakma konusunda güçlü bir geçmişi bulunmaktadır. Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın alaycı bir şekilde söylediği gibi: “Gizli operasyonlar misyonerlik çalışmalarıyla karıştırılmamalıdır.”

ABD’nin Kürtleri yüzüstü bırakmasının en son örneklerinden biri, Ekim 2019’da, Trump’ın ilk döneminde, ABD’nin IŞİD’e karşı Suriye Kürtlerini destekleyen birliklerini aniden Suriye’den çekmesidir. Bu adım, Türkiye’nin Suriye Kürtlerine karşı müdahale etmesine olanak sağladı ve daha sonraki birkaç durumda da benzer müdahaleler gerçekleşti. Bu müdahaleler yüzlerce kişinin ölümüne ve binlerce sivilin yerinden edilmesine yol açtı. ABD Suriye’de, kendi çıkarlarını ve ikincil bir etki olarak IŞİD’in yeniden canlanmasına karşı hâlâ faydalı olan Suriye Kürtlerinin çıkarlarını korumak için sembolik bir güç bulundurmayı, ancak ABD hükümetindeki diğer birçok kişinin çabaları sayesinde sürdürebildi.

O dönemde Trump, Suriye’deki Kürtlerin kaderiyle neden ilgilenmesi gerektiği sorulduğunda kaba bir dille “Kürtleri niye umursayayım ki?” demişti. Bu tavrının nedeni sorulduğunda ise, tarihsel cehaletini ortaya koyarak, Kürtlerin “İkinci Dünya Savaşı’nda ABD'ye yardım etmediğini – örneğin Normandiya’da yokmuşlar!!!” ifade etmişti. Trump, tarihi bu şekilde çarpıtan bir bakış açısına sahipken, Kürtler, onun ikinci gelişinden ne gibi bir iyilik bekleyebilir? Elbette, Kürtlerin durumu Trump’ın geçici halefi Joe Biden Beyaz Saray’dayken de pek farklı olmadı. Bunun temel sebebi, ABD dış politikası açısından Türkiye ve İsrail-Filistin, Ukrayna-Rusya, Çin gibi diğer sorunların Kürtlere kıyasla çok daha önemli görülmesidir.  

“Project 2025”

Bu bağlamı daha iyi anlamak için “Project 2025” belgesine bakılabilir. Bu belge, Trump’ın ikinci dönemine yönelik “Önce Amerika” manifestosudur. Orta Doğu’da ABD etkisinin neo-izolasyonist bir şekilde azaltılmasını, İsrail için yeni bir güvenlik paktını ve İsrail, Suudi Arabistan ile Körfez ülkeleri arasında barışı sağlamayı hedefleyen İbrahim Anlaşmalarına desteğin sürdürülmesini savunuyor. Ancak bu belgede Kürtlere herhangi bir yer yok. Dahası, Trump’ın, İsrail-Filistin sorununa yönelik “Barıştan Refaha” planını yeniden canlandırabileceğini düşünmesi tam bir muamma. Bunun nedeni, İsrail’e yeni ABD büyükelçisi olarak atadığı eski Arkansas valisi Michael Huckabee’nin açıklamaları. Huckabee, Filistinlilerin var olmadığını ve "sözde" Batı Şeria vatanlarının aslında İsrail’e ait olan Yahudiye ve Samiriye olduğunu öne sürmüştü. Bu kadar taraflı bir bakış açısıyla barışın mümkün olmadığı açıktır.

Huckabee’nin İsrail’e yeni ABD büyükelçisi olarak atanması, Trump’ın dönüşünün ABD dış politikası için getirdiği bir başka çarpıcı sorunu daha gözler önüne seriyor: Üst düzey görevlere tamamen niteliksiz, hatta tehlikeli kişilerin atanması. Dahası, bu atamalar, FBI tarafından güvenlik soruşturmasından geçirilmeden yapılmıştır. Trump, bu atamaları Senato onayını görmezden gelen ara dönem atamaları yoluyla gerçekleştirmeyi bile düşünüyor. Trump’ın önerdiği bu isimler arasında başta Tulsi Gabbard, Pete Hegseth ve yakın zamana kadar Matt Gaetz bulunuyor. Görünüşe göre Trump, geçmişte kendisine zarar verdiğini veya engellediğini düşündüğü devlet kurumlarına karşı bir misilleme yapmak amacıyla bu atamaları gerçekleştirmeye istekli. Bu yolla, Trump, önemli pozisyonları kendisine sorgusuz sualsiz itaat edecek tam sadık kişilerle doldurmayı umuyor.

 

Tulsi Gabbard

Tulsi Gabbard, Trump’ın ulusal istihbarat direktörü olarak atamak istediği isimlerden biri. Bu pozisyon, 2001’deki 11 Eylül el-Kaide saldırılarının ardından, CIA, FBI ve NSA gibi 18 farklı ABD istihbarat kurumunu koordine etmek için oluşturulmuştu. Bu göreve atanacak kişinin istihbarat konularında derin bilgiye sahip olması ve ABD’nin istihbarat ve güvenlik çıkarlarına sarsılmaz bir bağlılık göstermesi beklenir. Ancak Trump’ın, daha önce kendi istihbarat kurumlarından ziyade Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e güvendiğini söylemiş olması (Evet, Trump gerçekten bunu söylemişti!), Gabbard’ın bu görev için uygunluğunu sorgulamayı haklı çıkarıyor. Örneğin, Gabbard, istihbarat konusunda neredeyse hiçbir bilgiye sahip olmamasına rağmen bu kurumları sert bir şekilde eleştirmiş, 2017’de Suriye diktatörü Beşar Esad ile görüşerek onun lehine komplo teorileri dile getirmiş ve Ukrayna ile Venezuela hakkında Rus propagandasını tekrarlamıştı. Bu potansiyel ulusal güvenlik riski, yalnızca Trump’a olan tam sadakati nedeniyle bu pozisyon için düşünülmektedir.

 

Matt Gaetz

Matt Gaetz’in ABD’nin yeni başsavcısı veya en üst düzey kolluk kuvveti sorumlusu olarak atanması, tilkinin tavuk kümesine bekçi yapılmasına benzetilebilir. Kongre’den istifa edene kadar, Gaetz uzun bir suçlama listesi nedeniyle aktif olarak soruşturma altındaydı. Bu suçlamalar arasında çocuk seks ticareti, reşit olmayanlarla cinsel ilişki, yasa dışı uyuşturucu kullanımı, kampanya fonlarını kişisel harcamalar için kullanma ve uygunsuz hediyeler kabul etme gibi iddialar yer alıyordu ve kendisi bunları reddetmişti. Eğer onaylanmış olsaydı, kendisini soruşturma ve yargılama yetkisine sahip olan ABD Adalet Bakanlığı’nın (DOJ) başına geçmiş olacaktı. Neyse ki, bu yazıyı yazdığım sırada, Gaetz bu adaylıktan çekildi çünkü Trump’ın genellikle itaatkâr olan destekçileri arasında bile ciddi bir muhalefetle karşı karşıya kaldı. Yine de, Gaetz’in ABD’nin en üst düzey kolluk görevlisi olarak atanması fikri bile, Trump’a zarar verdi.

 

Pete Hegseth

Pete Hegseth’in bir sonraki savunma bakanı olarak atanması da ciddi tartışmalara yol açtı, çünkü ABD ordusunun başına geçmek için gereken niteliklerden yoksun. Hegseth, en fazla, eski bir Ulusal Muhafız subayı ve muhafazakâr Fox News yorumcusu olarak tanınıyor; ancak ciddi bir yöneticilik deneyimine sahip değil. En çok, savaş suçlularını savunan açıklamalarıyla biliniyor. Ayrıca, ciddi cinsel saldırı iddialarıyla suçlanmış, ancak bu suçlamaları kesin bir dille reddetmiştir.

 

Marco Rubio

Öte yandan, tüm ümitler tükenmiş değil. Trump, dışişleri bakanı pozisyonuna Florida’dan kıdemli bir ABD senatörü ve 2016’da Trump’a karşı Cumhuriyetçi başkanlık adaylığında rakibi olan Marco Rubio’yu aday gösterdi. Bu görev, başkanın kabinesindeki en önemli pozisyonlardan biri olarak görülür ve aynı zamanda başkanlık sıralamasında beşinci sırada yer alır. Rubio’nun bu pozisyona getirilmesi, ABD dış politikasına deneyim ve sorumluluk getirecek ve Kürt meselesine en azından eğitimli bir bakış açısı sağlayacaktır. Her ne kadar Rubio’nun siyasi görüşlerinin çoğuna katılmasam da, bu pozisyon için fazlasıyla niteliklidir.

 

Neyle karşı karşıyayız?

Asıl soru, böyle bir kişinin veya herhangi birinin, Trump’ın geçmişte iş arkadaşlarını kendisiyle aynı fikirde olmadıklarında kovma eğilimi göz önüne alındığında, görevde ne kadar süre kalabileceğidir. Örneğin, Trump’ın eski başkan yardımcısı Mike Pence şimdi nerede? Trump, 2021’de Biden’ın başkanlığını kabul ettiği için Pence ile alenen yollarını ayırmıştı. Pence, Trump’a itaat etmek yerine anayasal görevini yerine getirerek Biden’ın zaferini onaylamıştı.  

Gerçekten de, Trump’ın ilk döneminde üst düzey pozisyonlara atadığı birçok kişinin, onun ikinci dönem için uygun olmadığını açıkça ifade etmesi dikkat çekicidir. Umarız bu değerlendirmeler tamamen doğru değildir ve bu makale yeni Amerikan başkanı hakkında fazla eleştirel bir tutum sergilemiyordur. Ancak dünya, yetkin bir Amerikan başkanına ihtiyaç duyuyor. Yakında neyle karşı karşıya olduğumuzu yalnızca zaman gösterecek.  

 

 

Michael M. Gunter, ABD’de Tennessee Tech Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörüdür. Yakın zamanda Erdogan’s Path to Authoritarianism: The Continuing Journey (Lanham, MD: Lexington Books, 2024) adlı kitabını yayımlamıştır.

Yayın Tarihi: 24/11/2024