Af Örgütü, Suriye hükümetinin hayati ihtiyaç duyulan yardımları taşıyan en az 100 kamyonun Halep’teki Kürt bölgelerine girmesini engellediğini ve Türkiye destekli grupların da 30 yardım kamyonunun Efrîn’e girmesini engellediğini tespit etti.
KURTIS DENGLER/DEBBIE BOOKCHIN
Depremin Halep’i vurduğu 6 Şubat günü hava yağmurlu ve soğuktu. Sarsıntılar şehrin özerk Kürt mahallesi Şêx Meqsûd’u sallarken, binalar yıkıldı ve binlerce insan sokaklara kaçtı. Bunların arasında Faruk adında orta yaşlı bir terzi kalfasının aile üyeleri de vardı. Ancak Faruk’un kendisi zamanında dışarı çıkamadı. İçinde yaşadığı çok katlı bina üstüne çöktü ve enkaz altında kaldı.
Depremden iki hafta sonra, geride kalan ve şimdi sokak kedilerinin kol gezdiği harabeye bakarken, bir komşusu Faruk’un “iyi bir adam olduğunu” söyledi. Komşu, Faruk’un ailesinin yakındaki Şehba’da bulunan bir mülteci kampına kaçtığını söyledi. Bizi Faruk’la birlikte çalışan başka bir komşusuyla görüştürdü ama adam o kadar travma geçirmişti ki konuşamıyor ve hareket edemiyordu. Soğuk dairesinde sobanın yanında battaniyelerin altında yatan ve korkudan sessizliğe bürünen adama bir aile üyesi bakıyordu ve bize onu doktora götürdüklerini söyledi, “Ama yapabilecekleri bir şey olmadığını söylediler.”
6 Şubat’ta meydana gelen ve Türkiye’nin güneydoğusu ile Suriye’nin kuzeybatısında 50.000'den fazla kişinin ölümüne, 120.000'den fazla kişinin de yaralanmasına yol açan deprem, özellikle Suriye’nin kuzeyindeki Kürt toplulukları üzerinde yıkıcı bir etki yarattı. Burada, Türkiye ve Suriye hükümetleri vatandaşlarının acılarını hafifletmeye çalışmak yerine, krizi kendi siyasi amaçları doğrultusunda, özellikle de Kürt halkına karşı silah olarak kullandılar. Bu durum, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı üç bölgeye yaptığımız tur sırasında acı bir şekilde ortaya çıktı.
Şêx Meqsûd ve sınır komşusu Eşrefiye’de 22 kişinin ölümü ve 100 kişinin yaralanmasına ek olarak, sadece bu iki mahallede 60.000 kişi evlerinden oldu. Acil barınma imkânlarının yetersizliği nedeniyle, aralarında çocukların da bulunduğu beş kişi daha maruz kaldıkları hastalıklar nedeniyle hayatını kaybetti.
İnsanlar soğukta ve açken, Esad rejimi iki hafta boyunca Şêx Meqsûd’a tek bir acil yardım kamyonunun bile girmesine izin vermedi. Biz 20 Şubat’ta vardığımızda, Kürt Kızılay’ı Heyva Sor’dan ambulanslar, sağlık çalışanları, gıda, çadır, battaniye, ilaç ve ısıtma yakıtı dolu kamyonlardan oluşan bir konvoyun yanından geçtik. Hepsi yolun kenarında duruyordu, bir haftadır oradaydılar ve geçmek için izin bekliyorlardı.
“Biz fakir insanlarız. Artık hiçbir şeyimiz ve gidecek hiçbir yerimiz yok,” dedi yaşlı bir kadın, biz mahalleyi gezerken. “İki hafta oldu ve rejim hala hiçbir şeyin geçmesine izin vermiyor. Yeterli battaniyemiz bile yok.”
Yaşlı bir adam bizi daha yakına götürdü. “Sadece deprem yüzünden bu durumda değiliz,” dedi sır verircesine. “Kürt halkı olarak bize karşı uygulanan baskı ve ayrımcılık yüzünden de bu durumdayız.”
Şêx Meqsûd, Suriye rejimi tarafından yönetilen Halep’in ortasında Kürtlerin kontrolünde olan bir tür ada. Sakinlerinin çoğu 2018'de Türkiye destekli cihatçı milisler tarafından işgal edilene kadar yaşadıkları Kürt bölgesi Efrîn’den göç etmiş. Bu zorunlu göç, şu anda yaygın olarak etnik temizlik olarak görülen bir şekilde, 300.000 Kürt’ü yerinden etmiş. Esad rejimi tarafından kuşatılmış olsa da Şêx Meqsûd, örgütsel ve ideolojik olarak, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi (AANES) olarak bilinen Rojava’ya bağlı.
Rojava’nın geri kalanı gibi Şêx Meqsûd da kadınlar tarafından yönetilen ve doğrudan demokrasiyi, kadın haklarını ve ekolojik yönetimi benimseyen bir halk meclisi modeliyle yönetiliyor. Kürt özerkliğinin izole bir cebi olan Şêx Meqsûd, hem Esad rejiminin hem de El Nusra Cephesi’nin yıllarca süren saldırıları da dahil olmak üzere, özgürlüğü için ağır bir bedel ödedi. Rejim ayrıca sıkı bir ambargo uygulayarak gıda, ilaç, yemeklik yağ ve kalorifer yakıtı gibi temel ihtiyaç maddelerini de engelledi. Bir bölge sakini bize “Buradaki insanların bir anlamda son 10 yıldır deprem yaşadığını söyleyebiliriz” dedi.
Depremden kısa bir süre sonra Rojava liderleri Suriye rejiminin kontrolündeki bölgelere 50, Türkiye’nin kontrolündeki bölgelere de 50 yardım kamyonu göndermeye çalıştı. Türkiye başlangıçta cihatçı vekil güçleri tarafından işgal edilen bölgeye yardımların geçişine izin vermedi ancak daha sonra, basında yer alan haberlere göre ABD’nin baskısıyla kamyonların üzerindeki tüm AANES işaretlerinin kaldırılması şartıyla geçişlerine izin verildi. Yetkililer bize bu yardımların çoğunun bölgeyi işgal eden Türkiye destekli silahlı gruplar tarafından çalındığını ve tahrif edildiğini söyledi.
Bu arada, depremden iki hafta sonra, Esad rejimi AANES’ten gelen yardımların kendi topraklarına girmesine ve Halep ile Halep’in 30 dakika kuzeyinde ziyaret ettiğimiz bir başka bölge olan Şehba’daki ihtiyaç sahiplerine ulaşmasına hala izin vermiyordu. Rejim, yardımların hükümete teslim edilmesini talep ediyordu.
Şêx Meqsûd özerk belediye meclisi eş başkanlarından biri, “Burada hiç kimsenin aç, susuz olmadığından ya da altında güvenle uyuyacağı bir çatıdan mahrum kalmadığından emin olmak için durup dinlenmeden gece gündüz çalışıyoruz” dedi. Bir telefon görüşmesi yapmak için ara verdiğinde bize şunları söyledi: “Arayan Suriye Arap Kızılay’ıydı. Bize biraz yardım getirmek istiyorlar ama şimdi ordu yardımın geçmesine izin vermek için onlara çok büyük miktarda para ödememizi talep ediyor. Pazarlık yapıyoruz.”
Şêx Meqsûd’un özerk hastanesi Halil’in personel müdürü bize şunları söyledi: “300.000 kişiye hizmet veren tek hastaneyiz. Abluka nedeniyle ilaç, personel ve temel malzemelerden yoksunuz. Çalışan bir ambulansımız bile yok. Depremden sonra bazı insanlar sırf onları tedavi edemediğimiz için burada sebepsiz yere öldü. Hükümetin diğer ülkelerden uçak dolusu yardım aldığını biliyoruz ama biz hala hiçbirini görmedik.”
Depremden bir ay sonra, 6 Mart’ta, Uluslararası Af Örgütü yardımların nasıl geri çevrildiğini, çalındığını ve köy sakinlerine karşı bir şantaj malzemesi olarak kullanıldığını ve bunun yıkıcı sonuçlarını anlatan ayrıntılı bir rapor yayınladı. Af Örgütü, Suriye hükümetinin hayati ihtiyaç duyulan yardımları taşıyan en az 100 kamyonun Halep’teki Kürt bölgelerine girmesini engellediğini ve Türkiye destekli grupların da 30 yardım kamyonunun Efrîn’e girmesini engellediğini tespit etti. İnsan hakları örgütü, yardımların geri çevrilmesinin özellikle yakıta ihtiyaç duyan arama kurtarma ekipleri, ilaçları tükenen hastaneler ve soğukta yeterli yiyecek, giyecek ve battaniyesi olmayan insanlar için “trajik sonuçları” olduğunu kaydetti.
Yardım eksikliğinin etkilerini Halep’in kuzeyindeki Şehba ve Tel Rıfat’ta da gördük. Şehba, ülke içinde yerinden edilmiş insanlar için beş kampa evsahipliği yapıyor. Pek çok kişi Türkiye’nin 2018'de Efrîn’i işgal etmesinin ardından buraya kaçtı. Daha fazlası ise 6 Şubat depreminden ve 20 Şubat’taki ikinci depremden sonra geldi.
Bu kamplardan biri olan Serdem’e depremden bu yana 125 yeni aile geldi ve kampın nüfusu 3100'den 3600'ün üzerine çıktı. Kamp eş başkanı Agirî, mülteci kamplarının depremden önce de kaynak ve dış yardım sıkıntısı çektiğini söyledi. “Şimdi birden fazla aileyi küçük bir çadıra tıkıştırmak zorundayız” dedi. UNICEF kampa su sağlamaya çalışıyor ama yine de yeterli su yok.
Türkiye’nin yardımların geçişine izin vermemesi, tıpkı Suriye rejiminin yaptığı gibi, Vermont’un iki katı büyüklüğünde bir kara parçası üzerinde 5 milyon insana ev sahipliği yapan Rojava’yı istikrarsızlaştırmaya yönelik devam eden kampanyanın bir parçası. Sınırındaki demokratik toplumu kendisine tehdit gören Türkiye, son yıllarda su kaynaklarını kesti, sivil yerleşim alanlarını bombaladı ve insansız hava aracı saldırıları ile yerel konsey liderlerine suikast düzenledi.
Türkiye, özellikle Kürtlere karşı olmak üzere, deprem dahil afetleri siyasi çıkarları için araçsallaştırma konusunda uzun bir geçmişe sahip. Geçmişte olduğu gibi, 6 Şubat depreminin ardından da Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yardımları keserek, gazetecileri engelleyerek ve tutuklayarak, tabandan gelen yardım çabalarını engelleyerek ve gücü merkezileştirerek karşılık verdi. Bu politikaların etkisi özellikle depremden en çok etkilenen Efrîn bölgesinde hissedildi.
Kuzey’de Efrîn’e en yakın şehirlerden biri olan ve Rojava’nın da bir parçası olan Tel Rıfat, işgal için bir sonraki alan olarak Türkiye’nin hedefinde. Depremden aylar önce Erdoğan, Suriye’nin Kuzey Sınırı’nda 30 kilometrelik bir “güvenli bölge” oluşturma planına uygun olarak işgal tehdidinde bulunmuştu. Depremden önceki aylarda Türkiye ve vekilleri hava saldırıları, insansız hava araçları ve topçu birlikleriyle şehre acımasızca saldırdı. Depremden sadece iki gün sonra, 8 Şubat’ta, Türk kuvvetleri şehri tekrar bombaladı ve bir sivilin ölümüne, bir diğerinin de yaralanmasına neden oldu.
Tel Rıfat’ta Türk bombardımanında yaralanan bir adamla tanıştık. Saldırı gerçekleştiğinde bir çadırda yaşıyordu ve deprem nedeniyle evinden olmuştu. Bir Türk havan topu isabet edince komşusunun evinin çatısı patlamış ve bir şarapnel parçası doğrudan yüzüne isabet etmişti. Artık bir gözü yoktu. Komşusu 70 yaşındaki emekli kasap Yusuf Abid de saldırıda hayatını kaybetmiş. Abid’in damadı, “Bomba düştüğünde çatıda dua ediyordu,” diye açıkladı. “Vücudu parçalandı ve parçaları her yere, hatta komşunun bahçesine bile yayıldı.”
Türkiye, sivilleri terörize etmenin deprem yardımı sağlamaktan daha öncelikli olduğunu defalarca gösterdi. Şêx Meqsûd’a yaptığımız ziyaretten beş gün sonra, Şêx Meqsûd Genel Konseyi Ekonomi Komitesi üyesi Hamza Kobanê suikasta uğradı ve Milli İstihbarat Teşkilatı’na (MİT) bağlı kişiler tarafından yerleştirildiği düşünülen bir bomba nedeniyle üç sivil daha yaralandı. Bu olay, 12 Şubat’ta Kobanê yakınlarında bir başka sivilin ölümüne neden olan Türk insansız hava aracı saldırısını (S/İHA) ve 16 yaşındaki bir çocuğun ağaç budarken bacağından vurulmasını izliyordu. Rojava Enformasyon Merkezi geçtiğimiz hafta Türkiye’nin bölgeyi istikrarsızlaştırma çabalarının bir parçası olarak 2022 yılında 130 insansız hava aracı saldırısı düzenlediğini, aralarında sivil ve çocukların da bulunduğu 87 kişinin öldüğünü ve bir önceki yıla göre yüzde 46 artışla 151 kişinin yaralandığını belgeleyen bir rapor yayınladı.
Rojava halkı, Türkiye’nin dış yardımları kısıtlayarak ve askeri operasyonları artırarak bölgelerini boğma çabalarının Mayıs ayında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştıkça daha da kötüleşeceğinden korkuyor. Batmakta olan ekonomisi ve Türkiye’nin Kürt olmayan bölgelerinde bile depreme yetersiz müdahalesi nedeniyle eleştirilen Erdoğan’ın her zamanki oyun kitabına başvurması bekleniyor: Hem Rojava’da hem de Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) hâkim olduğu ve Erdoğan’ın yasaklı kimyasal silahlar kullandığı Kuzey Irak dağlarında Kürtlere karşı askeri harekatı arttırarak milliyetçi coşkuyu körüklemek.
Kürt yetkililer dünyanın Rojava’nın ve Kürtlerin geleceğinin Suriye’nin ve bölgenin istikrarına doğrudan bağlı olduğunu kabul etmesini istiyor. Kürt yetkililer, Rojava’nın sadece IŞİD’i yenmek için canlarını veren 13.000 kadın ve erkeğin fedakarlığı nedeniyle değil, aynı zamanda mezhepsel şiddetle parçalanmış bir bölgede demokratik, kadın merkezli, mezhepçi olmayan bir toplum olarak Kürtlerin, Arapların, Türkmenlerin, Hıristiyanların, Êzîdîlerin ve diğerlerinin nasıl barış içinde yaşayabileceğine dair bir model olduğu için ABD’nin desteğini hak ettiğini söylüyor. Burası, Ortadoğu’daki kadınların özgürleşmesi için bir umut ışığı ve insanların herkesi güçlendiren doğrudan demokratik bir siyasi yapı içinde kendi kendilerini yönetebilme becerilerinin bir kanıtı.
Gezimiz sırasında hem Türkiye hem de Suriye’nin acımasız bir siyasi oyun içinde olduğunu açıkça gördük: Esad ya da Erdoğan’ın kontrolündeki topraklarda mülteci olacak kadar talihsiz Kürtlere ulaşması gereken yardımları yavuz hırsız misali engelleyerek Kürt depremzedelerin acılarını kasıtlı olarak arttırmak. Ölümcül depremden iki hafta sonra felaketten etkilenen Kürt bölgelerine nihayet yardım akmaya başlamış olsa da yetkililer yardımların büyük bir kısmının hala bekletildiğini ya da rehin tutulduğunu söylüyor. Bir AANES sözcüsü, Suriye rejiminin yardımın yüzde 60'ını talep ettiğini, Rojava yetkililerinin de yerel halka bir miktar yardım ulaştırabilmek için bunu kabul ettiğini söyledi.
Her iki diktatörün bu vicdansız tutumu, ABD’nin Rojava’ya özerk bir bölge olarak hak ettiği siyasi tanınmayı sağlamasının ve böylece Esad rejimiyle daha iyi bir pazarlık gücüne sahip olmasının zamanının neden geldiğinin altını çiziyor. Washington ayrıca, Donald Trump’ın yeşil ışık yaktığı 2019 işgalinden bu yana Türkiye’nin Rojava’ya daha fazla saldırmasını önlemek için tasarlanan ABD-Rusya anlaşmasını da uygulamalı. Türkiye’yi, halkı terörize etmek, Kürt liderleri katletmek ve demokrasiyi istikrarsızlaştırmak için yürüttüğü drone (S/İHA) savaşına son vermeye zorlamalı. Türkiye’ye depremden sonra PKK tarafından ilan edilen tek taraflı ateşkese uyması için baskı yaparak daha geniş bir barışa öncülük etmeli. Son olarak ABD, Türkiye’yi PKK ile müzakere masasına dönmeye zorlamalı ve Türkiye’ye Kürt halkını ve demokratik toplumunu yok etmeye yönelik amansız ama umutsuz misyonuna kılıf sağlayan “terörist” örgütler listesinden PKK’yi bir an önce çıkarmalı.
PolitikART için Türkçeleştiren: Serap Güneş
Fotoğraflar: Mauricio Centurion
Yayın Tarihi: 08/04/2023