PolitikART
Çeviri

Bizi istemeyen bir demokrasi istemiyoruz

PolitikART Özel
Lêgerîn
Bu metin, revistalegerin.com'da "NUPIEC'ten (Núcleo de Pesquisa Interdisciplinar em Estudos Curdos / Kürt Çalışmaları Disiplinlerarası Araştırma Merkezi”) Beatriz de Tullio P. Ramos ve Vitor Maia Veríssimo'nun Hesen Koçer ile diyaloglarından Brezilya ve Kürdistan üzerine düşünceler" notuyla 23 Ağustos 2024 tarihinde yayımlanmıştır.*

 

Çeviri: Ekin Güneş

Haziran 2024’te Kürt Çalışmaları Disiplinlerarası Araştırma Merkezi (NUPIEC), Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi (AANES) Yürütme Konseyi Eş Başkanı Hesen Koçer’i fiilen ağırlama onuruna erişti. NUPIEC, Brezilya’nın çeşitli bölgelerinden ve üniversitelerinden hukuk, tarih, sosyoloji, antropoloji, uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi gibi alanlarda uzmanlaşmış ve kendilerini Kürt Meselesi üzerine çalışmaya adamış araştırmacılardan oluşan bir araştırma grubu. Mayıs 2021’de kurulan ve Belo Horizonte’deki Minas Gerais Pontifical Katolik Üniversitesi Lisansüstü Hukuk Programı bünyesinde bulunan Merkez’in temel hedefi, konuyla ilgilenen araştırmacıları bir araya getirerek bilgi ve kaynak alışverişi ve işbirlikleri için bir ağ oluşturmak. Merkez, aynı zamanda Brezilya’da Kürt Meselesi’nin bilimsel yayıcısı olarak hareket etmekte. Bunlarla birlikte bu merkez, Kürt Hareketi’nin farklı bileşenleriyle de bağlantılar kurmaya, Kürt Meselesi’ni Brezilya’daki demokrasi, özerklik ve ekoloji tartışmalarına dahil ederek konuya epistemolojik destek sağlamaya ve Rojava’da faaliyet gösteren hareketlerle yakınlaşmaya çalışmakta. Bu bağlamda, NUPIEC bilgi alışverişi ve karşılıklı destek amacıyla Rojava Enternasyonelist Komünü ile bir ortaklık kurmuştur. Bu ortaklığın niyetlerinden birisi eğitim, jineolojî, tarih, toplumsal sözleşme ve demokratik konfederalizm gibi Rojava Devrimi’nin kilit temaları üzerine bir dizi ders vermek olmuştur.

Ulus devletin başladığı yerde demokrasi biter. Bu provokatif ifade sömürgecilik, emperyalizm ve kapitalist sistem ile alakalı çağımızın bir dizi gerilimini ortaya sermektedir.

Hesen Koçer ile NUPIEC’in buluşması da bu anlamdaki girişimler sonucu –Zoom platformu üzerinden– gerçekleşti. Koçer’in kendi deneyimlerine dayanarak, sırasıyla toplumsal sözleşme ve demokratik konfederalizm konularını tartıştığı iki toplantı yapıldı. Bu toplantı, 2012 yılında Suriye’nin kuzeyinde Rojava bölgesinin kuruluşu ve örgütlenmesiyle zirveye ulaşan Kürt halkının direniş tarihi hakkında tartışmaları da içeriyordu. Bu toplantılarda Koçer, Abdullah Öcalan’ın metinleri temelinde, daha geniş ölçekli sosyo-kültürel olguları baz alarak tarihin eleştirel bir analizini sundu. Kürt Meselesi’ni anlatmak için ulus devletlerin ve burjuva demokrasisinin kökenleri etrafında bir tartışmaya ışık tuttu. Koçer’in de vurguladığı üzere Öcalan’a göre bu iki kavram arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır, bu da şu demektir: Ulus devletin başladığı yerde demokrasi biter. Bu provokatif ifade sömürgecilik, emperyalizm ve kapitalist sistem ile alakalı çağımızın bir dizi gerilimini ortaya sermektedir. 

Koçer, konuşmasında SSCB tarafından cesaretlendirilen ve desteklenen çeşitli hareketlerin, partilerin ve devrimlerin Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) yıkılmasıyla birlikte 1990’larda kendilerini nasıl savunmasız bir durumda bulduklarını anlattı. Vietnam, Küba ve Mozambik örneklerinde olduğu gibi bazıları kendi öznellikleri dahilinde Sovyet sosyalist vaatlerini takip ederken, yani bir ulus devlet yaratma gayretinden vazgeçmezken Kürdistan İşçi Partisi (PKK) kendini yeniden keşfetmeye koyuldu.

 Kısacası, PKK’nin on yıllık ideolojik ve yapısal reformülasyonu, Abdullah Öcalan’ın Murray Bookchin’in düşünceleri ve halihazırda konsolide olmuş otonom kadın örgütlerinin öncülüğüne dayanarak sistematize ettiği politik bir model olarak Kürt Demokratik Konfederalizmi’nin gelişmesiyle sonuçlandı.

Türkiye ve Suriye devletleri tarafından art arda gelen yok etme girişimlerine karşı Kürt direnişinin tarihsel süreci göz önünde bulundurulduğunda, burada birleşen halklar günbegün pratikleriyle yeni bir toplumsal yaşam biçimi inşa etmekte. Bu yaşam biçimi, 2012’den bu yana üçüncü resmi versiyonuna geçilen Toplumsal Sözleşme ile güvence altına alınmıştır. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi'nin demokratik konferederalizminin toplumsal, politik ve etik değerlerinin ana hatlarını belirleyen, fakat tüm bunların ötesinde bu topraklarda farklı halkların özerkliği ve özgürlüğü üzerinde temellendirilen bu sözleşme bir mihenk taşıdır.
Toplantılarda Hesen Koçer ayrıca, konfederalist sistemin temel ilkelerinden bazılarının altını çizdi:

1- Kadın özgürlüğü

2- Ekoloji

3- Devletsiz toplum

4- Komünler, konseyler, kooperatifler ve akademiler.

Bu kavramlar, devlet modelini aşmayı hedefleyen toplum düzeni hakkında farklı bir düşünme yöntemi oluşturmaktadır. Böylece, PKK’nin “ideolojik dönüşüm”ü –Demokratik Konfederalizm’in ortaya çıktığı an– ulus devletin geniş çaplı eleştirisi çerçevesinde yapılandırılmıştır. Koçer’in ileri sürdüğü gibi, devlet devrim karşıtı ve anti-demokratik karakteriyle anlaşılmaya başlanmıştır: “Demokrasi, özünde” der Koçer “devlete karşıdır."

Özgürlük artık devlet tarafından verilebilecek bir şey değil, halk tarafından kazanılması ve toplumla bağlantılı bir şekilde anlaşılması gereken bir şeydir: “Ne kadar çok özgürlük varsa o kadar az devlet zihniyeti vardır” diyor Hesen Koçer.

Devletin bu yeni formülasyonu, burjuva liberal demokrasisine karşı olarak kendi demokrasi anlayışını savunmakta, bu da demokrasi kavramı hakkında tartışmalara yol açmaktadır. Bu yeni formülasyonun yankılarına bir örnek, kadınların özgürleşmesini sağlama yöntemleriyle alakalıdır. Örneğin, kadınların kendilerini baskılayan sistem içerisinde politik kademelerde yer almalarını savunmak yeterli değildir: “Eğer kadınlar [kapitalist] sistem içerisinde cumhurbaşkanlığını ele geçirmek istiyorlarsa erkek zihniyetine bağlı kalmalıdırlar” – bir başka deyişle, hegemonyaya teslim olmalıdırlar.

Bu anlamda, sadece “demokrasi” ve “devlet” anlayışlarında değil, “özgürlük” ve toplumsal özgürlüklerin çeşitli biçimleri hakkında da yeni perspektifler sunan tartışmaların yelpazesinin genişlediğini düşünebiliriz. Özgürlük artık devlet tarafından verilebilecek bir şey değil, halk tarafından kazanılması ve toplumla bağlantılı bir şekilde anlaşılması gereken bir şeydir: “Ne kadar çok özgürlük varsa o kadar az devlet zihniyeti vardır” diyor Hesen Koçer. Yani buradan çıkarımımız, eğer “devlet, kanunlar yoluyla baskı demekse”, konfederalizm halk yoluyla özgürlük olarak ortaya çıkmaktadır.

Şu açıktır ki, devlet karşıtı bir demokrasi kurmanın koşulları belirsizdir. Rojava devriminin başladığı 2012’den bu yana bölgedeki Kürt hareketleri Demokratik Konfederalizm temelinde bir toplum organize etmeye çalışmaktadır. Hesen Koçer’in bizlere hatırlattığı üzere, bu “bir yanda bir savaşın verildiği, öte yanda ise bir sistemin kurulduğu” bir süreç. Bu da Suriye Kürdistanı’ndaki hareketlerin politik hayal gücü üzerine yüklenen pratik bir belirsizlik. İnşa edilen her şey her an karşılaşılabilecek bir yıkım tehdidi altında yaşıyor. Buradaki zıtlık açık: devlet savaş yayıyor, konfederalizm ise “kendi çözümlerini aramaya ve kendi yolunu bulmaya” yetkin bir toplum hayalini.

Brezilya’da da ulusu birleştirme girişiminde devletin ırk, sınıf ve toplumsal cinsiyet temelli baskıları meşru kılacağını gözlemlemek mümkündür. Bu anlamda Hesen’in söylediği gibi: Devlet var olmak için milliyetçiliğe, toplumsal cinsiyete ve sınıf baskısına ihtiyaç duyar.

Eş Başkanla gerçekleştirilen toplantılar esnasında Brezilya gerçekliği ile de paralellikler kuruldu. Sömürge tarihimiz ve üçüncü dünyadaki yerimiz düşünüldüğünde “Brezilya’da konfederalizmi nasıl düşünebiliriz?” sorusu sıkça sorulmaktadır. Yerli halklardan devlet dışı bir yaşam biçiminin örnekleri olarak bahsedildi. Ancak Rojava’daki devrim, tüm dünyaya kopyalarının yayılabileceği hazır bir sistem olmaktan ziyade diğer özgürleşme ve sistem karşıtı mücadele türlerini tanımamızı mümkün kılacak şekilde politik sözlüğümüzü genişletme imkânı sağlamaktadır.
Aslında, Kürt deneyiminin –Hesen’in söylediği gibi– “bizim Brezilya dediğimiz” devletin bakış açısından değil, ancak “buradaki halkların bakış açısından” alternatiflerini düşünebileceğimiz birçok ayırt edici özelliği vardır. Bu açıdan Kürt halkı ile Brezilya halkları arasında bir paralellik kurabiliriz: Bir tarafta Kürtler, toprakları dört devlet arasında bölünerek, Türkiye’nin ve Suriye’nin ulusal birlik oluşturma sürecinde kimlikleri yok edilerek mülksüzleştirilirken Brezilya’da da devletin ve “Brezilyalı kimliği”nin şiddetli ve ideolojik bir biçimde yaratılması, yerli halkların soykırımını, silinmesini ve Afrika halklarının köleleştirilmesini içermektedir.
Kürt Devrimi’nin bir kısmı Türkiye’deki baskının etnik meselelerle ve Kürtlüğün meşru bir kimlik olarak savunulmasıyla derin bir bağı olduğunun anlaşılmasına dayanmaktadır. Biraz önce bahsettiğimiz tarihsel yakınlık göz önünde bulundurulduğunda, sadece başlangıç niteliğinde de olsa, benzer meseleler Brezilya’nın entelektüel ve militan çizgisinin de parçalarını oluşturuyordu. Lélia Gonzalez’in katkıları örneğin, bu yaklaşımı doğrulamaktadır. Yazar, “Brezilyalı kimliği” fikrini doğal ve demokratik bir şey olarak sorgulamıştır. Gonzalez’in bu argümanını, bir devlet kuran ve ulusal kimliği birleştiren sürecin vazgeçilmez bir unsuru olarak kendi kolektif tarihleri ve kültürel kökleri üzerindeki haklarından mahrum bırakılan siyah kadınların deneyimleri de desteklemektedir. Yani, Brezilya’da da ulusu birleştirme girişiminde devletin ırk, sınıf ve toplumsal cinsiyet temelli baskıları meşru kılacağını gözlemlemek mümkündür. Bu anlamda Hesen’in söylediği gibi: Devlet var olmak için milliyetçiliğe, toplumsal cinsiyete ve sınıf baskısına ihtiyaç duyar.

 


Dolayısıyla, Kürtlerin tasarısı bizimkine benzer sorunları çözmeyi amaçlıyorsa, Brezilya için de Rojava’nın siyasi yöneliminin potansiyelini göz önünde bulundurmak mantıklıdır. Bu, elbette Kürtlerin uyguladığı programı olduğu gibi takip etme meselesi değil, Hesen’in de toplantılarda işaret ettiği gibi bizim kendi süreçlerimizin ne olduğunu anlama meselesidir.

Son olarak, demokratik konfederalizmi ideolojik boyutu içerisinde anlamak bu siyasi yönelimin Brezilya gerçekliğiyle ilgisini anlamak için şarttır. Yukarıda ileri sürdüğümüz gibi, –Öcalan’ın Kürt örneğinde işaret ettiği üzere, çözüm değil problemin bir parçası olan– ulus devlete alternatif bir perspektif, kültürel, dilsel ve dinî bağlamda tüm halkların bir arada yaşamasını amaçlayan toplumsal bir anlayış için esastır. Bu yüzden, Kürt devriminin Brezilya örneği için olası çözümler üzerinde düşünmemizi sağlayan en büyük katkılarından biri, bir politik model olarak Demokratik Konfederalizm’i taklit etmekten ziyade mücadele içindeki halklara dair yorumlamalarımızı genişletmekle ilgilidir. 

Hem Kürt halkının hem de Brezilya yerli halklarının devrimci potansiyelleri Sovyet modelinde donup kalmış sosyalist perspektifler tarafından sık sık gasp edilmektedir. Rojava deneyimi ve Hesen Koçer’in halka açık dersleri de göstermiştir ki Kürt devrimi, günümüzün sorunlarıyla uyumlu bir dönüştürücü güce sahiptir. Yüzyılın dönüm noktası, ulus devletin oluşumunu onaylayan özgürlük kavramsallaştırmalarının aşılmasını talep etmekte ve Rojava’nın Kürt halkı –dünya çapındaki diğer örnekler gibi– kendilerinin bu tarihi görevi üstlenmeye hazır olduğunu göstermektedir. Bizlere düşen de bunu tanımaya hazır olmaktır sadece.

 

*https://www.revistalegerin.com/en/post/nupiec-hesen-kocer

 

Yayın Tarihi: 04/11/2024