Sınıf üzerinden dolayımlanan kimlik hareketlerinin dışında, 80’lerin sonlarında, "Şark Cephesi"nde SSCB ve Ortodoks Marksizm eleştirileri geliştiren bir Öcalan gerçekliği var. Bu buz gibi gerçeklik kendisi ile sınırlı bir evrende kalmadı. Zira Sovyetlerin çözülüşü ile ezilenlerin politik temsilciliğini nitel (ideoloji) ve nicel (gerilla ordusu+kitleselleşme) anlamda sırtlayan bir PKK hareketini adıyla çağırmak lazım. O ad ezilenlerin politik temsilciliğidir, evet.
Fetret devri kavramı nedir sorusu ile başlamak lazım, zira bu başat tanım birçok meramın özüdür. Kelime anlamı, ‘iki lider arasındaki süre’yi kapsıyor. Müslümanlara göre İsa ile Muhammed arasındaki süreç, batı modernitesine göre hükümetsiz, parlamentosuz geçen süreçtir. Kısacası öncü bunalımının olduğu, kitlelerin mobilize edilemediği devirlerdir. Peki Kürt Özgürlük Hareketi bağlamında fetret nerededir?
Öncelikle şunu açıkça ifade etmek gerekir ki, bugün özel savaş sözlüğü diye bir sözlük basılsa fetret devri başlı başına üzerinde en çok durulması gereken kavramlardan biri olur. Bu kavramın teşekkül ettiği yer devletin ıslak bir rüyasıdır. O rüya, sayın Öcalan’a alternatifler yaratma, emperyalist panteonlar veya zigguratlarda kurgulanan “PKK’ye hayır, Kürt meselesine evet!” veya bir üst dolayımla PKK içindeki tasfiyeci gruplarca tekrarlanan “PKK’ye evet Öcalana hayır!” söylemlerinin tezahüründen ötesi değildir. Devletin ve egemen güçlerin bu rüyası her zaman ve koşulda tekrarlanarak sürüyor. Fetret devri kavramı da bu tekrarın fark içermeyen bir formudur. Özel savaş veya iktidar bambaşka saikler dolayımı ile kendisini üretmeye haizdir. Entelektüel lakırdılar, onun bilgi üretim süreçlerinden azade olmadığı için en sinsice sızdığı yerlerden biridir.
Devrimci en fazla teorisyen olur, Said’in söylemleri entelektüeli bağlar. Devrimci teoriyi yaşamın ve o yaşamın savaş sahnesi içinde kurgular, entelektüel fanuslarda dedikodularla teoriyi değil analizi üretir. Analiz uzak bir dünyanın metodolojisini baz alır ve orada yaşar. Biz çözümlemelerden ve teorilerden devam edelim:
Fırat Aydınkaya, demokratik modernite için hangi zeminden konuşuyor, kapkara bir muamma olmakla birlikte o zemin üzerinden sınıf ve Kürt, Kürdistan (belki de ‘Kurdistan’ demek gerekir. Zira hareket, son dönemlerde her dilde bu şekilde kullanıyor. Belli ki matlabta süreklilik arz ediyor) kavramlarının geri plana atıldığını ifade ediyor. Muamma kısmı da şu ki Aydınkaya esasında post-kolonyalizm okumaları ile sözüm ona meşşşhurr öncü Fanon’u da tersyüz ederek ‘eleştirel’ Kürt aydını olmayı esas edinen sınıfsal pozisyon itibari ile orta sınıf (Avukat, doğası gereği orta sınıftır. Bu sosyolojik bir belirlenimdir) bir kişiliktir. O yüzden muammadaki çelişkiler feryad û figan etmektedir. Fakat yukarıda bahsini açtığımız analiz denilen metodolojik galata uygun bir yöntem izlediği aşikâr. Zira analizde ne olgu var ne olay; yalnızca tasnifsiz, tasvirsiz ve mefruk tespitler silsilesi…
Radikal demokrasi bağlamında tantanalar üretenler onu “15 yıl” ile sınırlı tutup o 15 yılda neler olduğuna dokunmadan özel savaş sözlüğünden ödünç alınan fetret kavramına laf olsun torba dolsun edasıyla, her şeye kadir bir namütenahilik bahşedilmesinden kavramın boş-gösteren olduğunu gözler önüne seriyor.
Çin’de Maoist kültür devriminin rüzgârı 68 Mayısına ilham olmuşken aynı dönemde kapitalist modernite güçleri neoliberal öznelliği inşa etmiştir. Sovyetlerin çözülüşü ile birlikte neo-liberalizmin bütün toplumsal öznelere sirayet eden tahakkümü, 68 mayısında öne çıkan nüveleri güçlendirmiştir. Alter modernite hareketleri olarak tanımlanan irili ufaklı toplumsal hareketlerin mobilizasyonu bu nüvelerden güç almış ve en büyük sistem karşıtı hareketlerden biri haline gelmiştir. Fakat bu sınıf üzerinden dolayımlanan kimlik hareketlerinin dışında, “Şark cephesinde” 80’lerin sonlarında SSCB ve Ortodoks Marksizm eleştirileri geliştiren bir Öcalan gerçekliği var. Bu buz gibi gerçeklik kendisi ile sınırlı bir evrende kalmadı. Zira Sovyetlerin çözülüşü ile ezilenlerin politik temsilciliğini nitel (ideoloji) ve nicel (gerilla ordusu+kitleselleşme) anlamda sırtlayan bir PKK hareketini adıyla çağırmak lazım. O ad ezilenlerin politik temsilciliğidir, evet.
Rojava devrimine kadar gelen süreçte Kürt Özgürlük Hareketi'nin inşa ettiği kazanımları es geçmek ve o devrimin krizi geciktirdiğini dile getirmek anlaşılabilir bir şey değildir. Ki öyle olsa bile Rojava devriminin bir kriz içerisinden ortaya çıktığını, dolayısıyla sayın Öcalan'ın ifadesiyle kaos aralıklarında politik ustalıkla devrim ortaya çıkarmak olsa olsa demokratik modernitenin şanındandır.
Bu politik temsilci nicel anlamda Zap zaferiyle Türk ulus devletini zorlayarak stratejik dengeyi sağlamış ve çözüm sürecini inşa etmiştir. Öte yandan alter modernite hareketlerinin Arap baharı aracılığı ile Ortadoğu’ya yayılmasıyla Suriye’de Rojava devrimini gerçekleştirmiştir. Bu örtüşen zamanlarda, 21. yüzyılda devrim ufkunu tekrardan güncellemiş ve halklara, ezilen sınıfa ve kadına umut bahşetmiştir. Kürdistan Orta Doğu ve dünyada hem askeri başarısı hem ideolojik muhtevası ile çekim merkezi olmuştur. Bu paralel evrede HDK ve HDP ile Türkiye siyasetinde demokratik siyaset içerisinde büyük bir güce sahip olmuştur. Doğallığında bu büyük kazanımlar ideolojik makas değişiminin ürünüdür. Sonraki süreçte devletin çöktürme konsepti ile birlikte ve eşyanın doğası gereği çözüm sürecinden yeni çıkmış bir hareket olarak tıkanıklıklar ve açmazlar yaşaması son derece olağandır. Fakat burada değinilmesi gereken zaferler kazanan radikal demokrasinin görece geriye düştüğü dönemlerde saldırı noktası olması bu zamansallık içerisinde bakıldığında bir ideolojik savaş içerisinden neşet ettiği açıktır. Yoksa zaferleri bahşederken şahane, geriye düşüşler olurken tu kaka edilmesinin başka bir açıklaması olamaz. Ya da radikal demokrasinin kolonyal düzenekte tosladığını ifade etmek bilinçli bir politik körlüğün ifadesidir. Rojava devrimine kadar gelen süreçte Kürt Özgürlük Hareketi'nin inşa ettiği kazanımları es geçmek ve o devrimin krizi geciktirdiğini dile getirmek anlaşılabilir bir şey değildir. Ki öyle olsa bile Rojava devriminin bir kriz içerisinden ortaya çıktığını, dolayısıyla sayın Öcalan'ın ifadesiyle kaos aralıklarında politik ustalıkla devrim ortaya çıkarmak olsa olsa demokratik modernitenin şanındandır. Enternasyonalist taburlar yaratan, otokton toplulukları öz-örgütlenme ve öz-yönetim ile buluşturan, üçüncü dünya savaşı içerisinde merkez olan Orta Doğu’da belirleyici bir devrim olan Rojava devrimini bu öznelliklerinin dışında, sadece kriz ötelendiricisi olarak görmek post-kolonyalin kapitalizm ile mutlu evliliğine çeyrek altın takmaktan ötesi değildir.
Öcalan’ın radikal demokrasisi Laclau ve Mouffe’unkinden son derece ayrışır. Söz gelimi sosyalist strateji’de devrimci zor es geçilirken demokratik modernitede öz savunma bağlamında zorun kurucu rolü vardır. Laclau ve Mouffe toplumsal öznelerin hegemonya kurma arayışında pratik politika içerisinde nasıl örgütleneceğini ve onları bir arada tutacak kurumsal adresler öneremezken, Öcalan KCK’yi inşa etmiş ve pratikte de Rojava sahasında farklı farklı grupları bir arada örgütlemeyi başarmıştır. Ezcümle sosyalist strateji ileri batı ülkelerinde bile tıkanırken demokratik modernite Rojava’da devrimci çıkışlara öncülük etmiştir. Bu anlamıyla sosyalist strateji liberal demokrasinin, demokratik modernite ise devrimci demokrasinin içinden söz kurar. Bu ikisi öz olarak birbirinden oldukça ayrı ve uzaktır. Uzak olmasının başlıca sebeplerinden biri de elbette kadro profilinin ve öncü kurmayların sınıfsal pozisyonundan kaynaklanmaktadır.
Öte taraftan sömürge topraklarındaki kitlenin zihniyet açısından öncü politik partinin ilerisinde olduğunu ifade etmek ne sömürge toplumunu ne sömürgeciliği ne de ulusal kurtuluş mücadelesini kavrayamamaktır. Görece eksiklik ve geriye düşüşlere rağmen kitlenin seçimlerde partisini sahiplenmesi ideolojik bağlılığın kendisidir. Kitleler "kendini bil" ve “xwebûn” felsefesiyle kendilik bilincini ideolojik dünyasında cisimlendirmiştir. Zira bu, köleleştirilmiş bir sömürge toplumunun entelektüel veya aydınları tarafından değil, öncü politik partinin nakşettirmesidir.
Yine fetret devri kavramı içerisinde düşünülen bir başka noktaya gelecek olursak; Leyla Zana’nın sayısal olarak geniş bir kitleyi seçimi boykot etmekten alıkoyduğu iddiası metodoloji acemisi veri analistlerinin klasik yanlış yorum becerilerinin tezahürü olsa da esas olarak Kürt Özgürlük Hareketi içerisindeki hayali, politik liderlik krizine ince bir imadır. Hayali krizler burada medfundur! Boykot üzerine ortaya sunulan verileri baz alma durumunda Türkiye metropollerindeki Kürtlerin yaşam koşullarını veya mevsimlik iş göçüne zorlanan yoksul yurtseverleri hesaba katmak gerekir. Dolayısıyla somut durum tahlili ile tecrit ve savaş aracılığıyla derinleştirilen yoksulluğun bağını kurmak gerekir. İşte ‘Kürt siyaseti’nin sınıf mücadelesine dair rol aldığı yer burasıdır. Nicos Poulantzas’tan ilhamla, bugün Türkiye ve Bakur’da politik sınıf mücadelesinin belirleyeni İmralı tecriti ve medya savunma alanlarında yürütülen savaştır. Ekonomik sınıf mücadelesi Lenin’in de belirttiği gibi Anti-Marksizme götürür. Dolayısıyla mevcut yorumlarıyla Aydınkaya, sınıf nosyonuna ilişkin klasik burjuva ideolojisinden mülhem Anti-Marksist bir yerde konumlanmaktadır.
Rojava'da, Ermeni Soykırımı'nın yıl dönümünde, Ş. Nubar Ozanyan Ermeni Taburu kuruldu, 24.04.2019
Çöktürme konseptiyle birlikte devlet, demokratik siyasete uygulayageldiği şiddet ve baskı politikalarıyla çözüm sürecinde Kürt halkının HDP şahsında Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne üçüncü büyük partiyi göndermesini engelleyemedi. Bu durumun yarattığı sindirememe hali devletin politik, kültürel ve ideolojik hegemonyasını berhava eden demokratik ulus, demokratik cumhuriyet ve Türkiyelileşme stratejilerine özel savaş içerisinden saldırmasının asıl gerekçesidir. Türkiye’nin radikal demokrasi bağlamında Kurdistanlaşma sürecini işleten bu stratejik hamleler devletin askeri ve ideolojik merkezi MGK’de çöktürülecek listesine alındı. Devlet, egemen olmasına rağmen, entelektüelin aksine klasik ulusal kurtuluş mücadele biçimlerinin yeni dünyada imkansızlığının farkındadır. Şükür ki ezilenlerin politik temsilcisi de bunun gayet farkındadır. Politik temsilci ulusu -Aydınkaya sınıfsal ayrıma çok dikkat ediyor gözükse de- tekil heterojen bir yapı, kendi içine kapanık bir form olarak görmüyor, zira iki sınıfsal çizginin belirlenimi dolayımı ile Kürtlüğün ve ulusal olanın muhtevasını formülize ediyor. Örneğin: KDP ve PKK sınıfsal ayrım üzerinden iki farklı Kürtlüğü imler.
Özgürlük Hareketi ile az buçuk hemhal olmuş en sıradan birey bile kadronun ne olduğunu, kime dendiğini bilir. Avukat mahkeme tutanaklarından bile öğrenebilir ama bu devasa örgüt kompozisyonunda kadroyu vekil ve belediye başkanı sanması sunduğu analizlerin mefruk oluşuna delalettir.!
Devam ediyor Aydınkaya: “İcra edilen meclis siyaseti de yerel yönetim siyaseti de Kürtleri sistem/düzen-içileştiren bir işlev görüyor.”
Meclisin, yani parlamento mücadelesinin politik önderliğinden parti çaycısına (Aman! Buradan da hiyerarşik tasnif üzerinden Bookchin eleştirisi tekrarlanmaz umarım!) kadar “hukukun işlenmediği bir yerde az veya çok mücadele” şiarı içerisinde araç olmasından daha açıklayıcı ne olabilir? Sistem-içileşmeye dair en net icabeti de Ermeni Soykırımı’na soykırım denmemesine bağlıyor Aydınkaya. Halbuki DEM Parti’den müteşekkil olmayan hareketin kadro yapısı olan DBP ve birleşik mücadele çıktısı olan HDK’nin soykırım tanımını kullandığını görmemiş olamaz. DEM Parti üzerinden sistem-içileşme veya yasalcılık eleştirisini bir avukatın dile getirmesi tuhaftır. Biz buna “papazın kendi çelişkisi” diyelim! Ad hominem değil ama nesnel hakikat avukat kimliğini yırtmasını gerektirir ve kalem ile kılıç arasında kılıcı sahiplenip kılıçların çekildiği meydanla haşır neşir olması lazım. Aksi taktirde çelişki hakikatleşir. Uzatmadan dile getirmek gerekirse Ermeni cemaat, lobi veya devletinin Azerbaycan ile olan savaşta Kürt Özgürlük Hareketi’nin ‘talep olursa gerilla gücü yollama’ tekliflerine rağmen savaşın akabinde iki PKK gerillasını T.C.’ye “teslim etmesi” ve buna rağmen hâlâ Kürt Özgürlük Hareketi’yle ilişkili yapıların soykırım kavramını ısrarla kurması, Rojava’da Ermenilerin öz-örgütlenmelerini yapmalarına devrimci birliktelik adına alan açması post-kolonyalizmin esintileri değil, evrensel içeriğe sahip demokratik modernite içerisinde radikal demokrasi ideolojisinin şamil kılınmasındandır.
“Özgürlük Hareketi iki temel çözüm sunuyor: Ya barışçıl demokratik çözüm ya da devrimci halk savaşı.
Barışçıl demokratik çözüm, 40 yıllık uzun yürüyüşte somut anlamda her zaman stratejik dengeyi yakalamak, savaşın bir tarafı olan devleti masaya getirmek, dolayısıyla onun yenilmesine giden yolu döşemektir. Bu taktik politik hamlenin bir parçası iken aynı zamanda barışçıl çözümün ideolojik stratejik parçası olarak Türkiye’yi özyönetim ile demokratikleştirerek 81 parçaya bölmek ve Türk ile Kürt halkı arasında dolayısıyla emekçileri arasında ayrışmayı, kopuşu engellemektedir. Bu bakımdan hareketin UKKTH eleştirisi temelinde ayrım yapmak ve o doğrultuda bakmak gerekir. Hatta modernite’nin bir ürünü olan Marksizm’in eksik kaldığı ulus sorununa dair devrimci bir boşluk doldurma olarak ulusu devletten özgürleştiren demokratik ulusu liberalizm saflarına mahkûm etmeden anlamak gerekir.
Post-Marksistlerin heybesinden çıktığı sanılan ama aslında Lenin’in politik ustalığına yaraşır biçimde ortaya serdiği üst yapının cinsiyetten ulusa bütün fenomenlerini devletten ve egemen sınıftan başka bir komünallik adına azad eden demokratik modernite, iki yüz yıllık Kürt-Türk sorununa egemenlerin tesis ve temsil ettiği kodları bozarak müdahale etmekte ve Kürt ile Türk halklarının birleşmesini arzu etmektedir. Bu, proletaryanın ‒modernitenin ürünleri olmadan‒ daha çok güçlü olacağı bir ütopya değil midir?
(…)
Devrimci halk savaşı ise devletin masaya gelmemesi ve ortak bir konsensüste anlaşılmaması üzerine mevcut devrimci durumun olanakları ve konjonktürün elverişliliğine bağlı olarak Hareket’in her zaman gündeminde olan bir çözüm yoludur. Bu çözüm yolunun Türkiye ve Ortadoğu gerçekliğinde B planı olması Hareket’in talihsizliğidir. Ama bu gerçekliğin yanlışlandığı konjonktürlerde B planının A planına dönüştüğünün tarihsel göstergesi Rojava devrimidir.”*
***
“Kadro sosyolojisinin içinde siz bana yoksul bir köylü, yoksul mahallelerinde yevmiye usulü çalışan bir işçi, gündeliğe gidip boğaz tokluğuna çalışan bir kadın emekçisini gösterebilir misiniz?”
Özgürlük Hareketi ile az buçuk hemhal olmuş en sıradan birey bile kadronun ne olduğunu, kime dendiğini bilir. Avukat mahkeme tutanaklarından bile öğrenebilir ama bu devasa örgüt kompozisyonunda kadroyu vekil ve belediye başkanı sanması sunduğu analizlerin mefruk oluşuna delalettir.!
Kadro profili bağlamında dil meselesini de dile getirmek lazım. Mevcut kadrolar muhtemelen 2000’lerin başında başlayan anadil eylemlerine aktif dahil olan bu nedenle devletin temsili ile karşı karşıya gelen ve o karşılaşmada da savunmasını Kürtçe yaparak devlete meydan okuyanlardır. Ya da çözüm süreci ile birlikte görece demokratik bir ortamda yüzlerce Kürt dil kurumlarının inşasına öncülük etmiş veya 800 bin insanın Kürtçe eğitim aldığı Rojava’nın devriminde canlarını yitirmişlerdir. Hakikat burada dile gelir!
Karar alma süreçlerini ve yönetişimselliği “şevbaş” veya “rojbaş” ile sınırlı profillerde arayanların fanuslarda yaşadığını ve Xançepek veya Xaçort’taki gençlerle papaz veya avukat cübbesini çıkararak konuşması aciliyet gerektiriyor…
Yayın Tarihi: 29/05/2024